27.06.2016

Fotoğraftan Sevgiliyi Yok Etme ya da kısmen bulanıklaştırma Bluring-ex

Fotoğraflar çok garip, biriyle beraber oluyorsun hayatının en derin sırlarını ona anlatıyorsun, her şeyini onunla paylaşıyorsun ve sonra hayatından çıkıyor, bu hepinizin malumu ancak size her şeyi hatırlatacak olan o hain şeyler nedir, “fotoğraflar”. Hadi diyelim duyguları atlatabildin peki ya o fotoğraflar ne olacak? Fotoğraf dediğin şey duygu gibi de değil ki, orada duruyor somut canlı. Pat açıyorsun telefonda pat açıyorsun bilgisayarda, pat bir bakıyorsun “fotoğraf güzelleştirmeceli app uygulamanda” kalmış.


Fotoğraflar biriyle ilişkini kestiğinde Back The Future daki gibi o kişiyi silebilir olmalı. Kendiliğinden silinecek yani. Hayır bakıyorum çok da güzel çıkmışım, mekan şahane ama “dan” diye silmen lazım. O da bir mesaj çünkü. Neyse velhasıl, bunun uygulaması yapılmalı “bluring-ex”. Yazılımcılara sesleniyorum.

Bu arada bir takipçim daha bana veda etmiş, kim bilemiyorum. Keşke listeyi fotoğraflasaydım :-( 

2.04.2016

Bu Aralar Kalben

Kalben diye bir şarkıcı çıkmış, geçen bir arkadaşım dedi ki ben de bu aralar Kalben dinliyorum. Hayır kendisi de antin kuntin şeyler dinler dedim ne alaka kalben. Adeta bir arabesk yapan, fantezi müziğe kaçan bir sanatçı ismi gibi geldiğinden dinlemedim bile. Nasıl feci bir önyargı!


Sonra baktım klibi bile çıkmış, insanlar büyük bir merakla albümü bekliyorlarmış meğerse. Kendisinin Ankara Sofar’da bir başına gitarla çaldığı kayıtlardan oluşan geniş bir video yelpazesi zaten mevcut. Bunun dışında çoğu hayranı albüm düzenlemesindense bu akustik versiyonları dinlemeyi tercih ediyor, e biraz haklılar evet.

İlk çıkan şarkısı “Saçlar” beni sözleri bakımından biraz bunalımlara soktu ama günde 32432 kere dinlememi engellemedi tabi ki.  Şu anki favorimse “Sadece”. Akustik versiyonunu dinleyin çok iyi bir çığırış var orada. Yine hüzünlü ama bir yandan isyankar bir şarkı olmuş. Bir de “Haydi Söyle” coverı inanılmaz. Ben şarkının bu kadar güzel sözleri olduğunu fark etmemişim bile.



Ben memnun kaldım, çünkü kendi dilimde müzik dinlerken hep aynı 10-15 kişinin şarkılarına takılıp kalmıştım, bu da bir süre sonra müzikten aldığım zevki kısıtlar, hatta müziğin bana verdiği yaratıcılığı öldürür olmuştu.  O yüzden yeni güzel müzik yapan birileri varsa dinlediğiniz lütfen yazın kendinize saklamayın olur mu :))

13.03.2016

Clash Of Clans

Bu aralar hayatımda tek yapmak istediğim gıybet, onu da yapacak ne çevrem var ne de konum. İnanın gıybete değecek insan bile kalmamış çevremde. O nedenle şu aralar canımın büyük bir ara vermek istediği yogayı, dedikodu ve kıskançlık ağıyla yok edemiyorum. Acaba kişisel olarak çok geliştim ve insanlara karşı ilgimi mi kaybettim. Ay lütfen ne olur olmasın öyle bir şey, iş yerinde birisinin dedikodusu yapılırken, ya o onun kendi problemi diyen insanlardan biriyim çok sıkıcıyım ama içimden de gelmiyor :((

İş yerinde dedikodu yapmayınca tüm erkek tayfasının bağımlısı olduğu Clash of Clans’a iyice sardım. Zaten sarmıştım ama beceremiyordum, becerememişliğimle  mutluyken şimdi başarılara taktım. Klan savaşlarında 3 yıldız almazsam rahat uyuyamıyor, eğer ki 1 yıldızla kaldıysam kendimi sorgular buluyorum. Pekkamı mı yükseltsem golemimi mi, daha bir okçu kraliçem yok ühühühü derken günler birbirini kovalıyor, bir yandan duvarlarımı bir yandan teslalarımı yükseltiyorum. Keşke daha önce başlasaydım da şimdi bu orta hallerde olmasaydın diye hayıflanıyorum bir de ara ara.


Velhasıl böyle de mart ayını yedik, artık havalar sıcak, önümüz bahar. Bir soğuk daha yapar diyorlar ama artık bitti bence. Şükür bu kışı da intihar etmeden kapadık. Önümüzde güzel bir bahar var.

20.02.2016

Yoga: Sevgi Kardeşlik İlişkiler Üzerine

Geçenlerde bir yoga etkinliğine katıldım.  Bazen aklımda kalmadığı için sevgi üzerine konuştuklarımızın bir kısmı bloğumda olsun ve aklımdan hemen onları yazayım ki, hafızamda yer etsiler istedim.  Gel gör ki yazamadım, kısmet bu güneymiş.






Dünyamız çok hızlı dedik en başta. O kadar hızlı hareket etmemiz gerekiyor ki bu dünyada... O kadar hızlı olmalıyız ki bir saniye bile durup düşünemeyelim “ben ne yapıyorum” diye ve ne istediğimiz sorgulamayalım ki sistemin bize uygun gördüğü işleri yapalım uygun gördüğü yerlerde yemeklerimizi yiyelim, tatillerimizi bile orada yapalım. 

Hoca dedi ki “Sizin aslında hiç sıkılmamanız gerekir. Yani yarım saat boyunca bir duvara bakıyor olsanız bile sıkılmamanız gerekir. Ancak sistem bunu istemez. Haydi bir şeyler yapsana der. Bu da dışarı çıkıp para harcamanızla sonuçlanır. Sistem sizin para harcamanızı ister çünkü.  Ağzımdan ister istemez “Gerçekten mi?” sorusu çıktı. Gerçekten bizim bir duvara bakıp yarım saat sürse bile sıkılmamamız normal miydi yani? Kendimi bunu yaptığım zamanlarda boşuna mı sıkmışım, “bir şeyler yapmam lazım” diye.  Hatta bazen tatillere gittiğimizde bir hafta içinde sırf denize girmek bile canımızı sıkar.  Bir şeyler yapmalıyım güdüsü orda da vardır çünkü. Bunların da ne kadar yanlış olduğundan bahsettik.

Bu aralar Osho okuyorum. Osho meditasyonu çok farklı tanımlıyor, öyle ki meditasyon bile demiyor aslında. Konsantrasyon meditasyon değildir diyor,   tefekkür konsantrasyonun bir geniş alanlısıdır, daha geniş alanlıdır belki ama bu da meditasyon değildir diyor.  Zihin o kadar akıcı ki onunla ilgili bir disiplini bir kitap haline getirilmişken anlamak çok zor oluyor. Daha başlarındayım, sonlarına doğru anlamayı başarabilirsem size de aktaracağım.

Bu günlerdeyse okuduklarımdan sonra tek yapabildiğim biraz daha yavaşlamaya ve sakinleşmeye çalışmak ve olabildiğince “an”da olmak. Bir şeyler beklememek ve bir şeyler olabilir mottosuyla ilişkiler kurmamak. Anlatıldığı gibi kolay değil, ben de tam anlamıyla başaramıyorum zaten. Ama bu kadarıyla bile şu dönemde inanın daha huzurluyum. Tavsiye ederim. Süreçten zevk alma yazımı uygulamaya devam ediyorum yani.

Bu arada gittiğim yoga kursunda istediğim ileri bir ders var ve bu dersi almadan önce urdhva dhanurasana ve handstandi yapabilme özellikleri arıyorlarmış. Daha temel yoga derslerine adam gibi devam edemeyen ben bu hareketlere taktım. Şimdilik urdhva dhanurasana pozunu kusursuz yapabilmekle beraber handstand için sanırım 147 gün falan daha çalışmam lazım.

Konumuza yani sevgiye gelecek olursak, karşılıksız sevgiyi de biraz açmamız gerekiyor tabi ki. Gerçi biz workshop boyunca pek açamadık. Sonuçta kendimizi sevmekte karar kıldık da diyebiliriz. Sakince kendimizi severek, sonra bir şeyler beklememeyi öğrenerek, insanları oldukları gibi kabullenip sevmeye çalışarak daha huzurlu ve sevgi dolu bir alan yaratmak mümkün.


Şu an etrafımızda yaşanan kötü durumdan etkilenmemek, üzülmemek, tepkisiz kalıp sakin durabilmek pek mümkün değil. Sabah radyoyu açtığınızda gündemden haberler duyup işe sinirli ve gergin gitmemek için robotumsu bir yaratık olmanız lazım. Ancak olayların akışından etkilenip, mantıksız düşünüp yine sistemin bizi istediği gibi yönlendirmesini engellemek için bireysel çaba gerektiriyor. Bireysel çaba ki en zor olanı. Sakin, yönlendirilmemiş bir zihin, içinde tutarlı ve özenle uğraşarak oluşturulmuş olgun bir düşünce yapısı... Tüm topluma gerekli olan işte bu, zira kendini eğitememiş bir insan toplumu da olumlu etkileyemez. 

Herkese huzurlu haftalar diliyorum.

13.02.2016

Okunulan Kitaplar Serisi - 1 Yeniden Okuma Alışkanlığımı Kazandım

Okuma alışkanlığımı geçen eylül ayında yeniden kazandım. İlk okuduğum kitaptan sonra hemen “Vikitap”a üye oldum ki, alışkanlığımı tekrardan kaybetmeyeyim. O günden bugüne 20 kitap okudum. Ki bu sayı sanırım son 5 yıldır okuduğum kitap sayısı toplamı. Çok acı biliyorum ama zararın neresinden dönersek kardır. Ben de sonrasında bazılarını ayrıntıyla yazmayı planladığım bu kitapların bir kısmını kısa kısa paylaşayım istedim.



Fİ-Çİ-Pİ

O kadar yazıldı bangır bangır reklamları döndü okunmasa olmazdı. Serinin gerçekten bu kadar ünlü olmayı hak ettiğini söyleyebilirim. Hatta bununla ilgili özel olarak bir yazı yazmayı bile planlıyorum. Çok güzel karakterleri, insanı düşündüren, hayatını sorgulatan bir yapısı var. Potansiyelini keşfet diyor kitap bize, çabala çabada ol. Sev, acı çek, acınla öğren ve geliş. Sanatın değerini bil. “sanat canınızı kurtarmaz ama kesinlikle varoluşunuzu kurtarır, sizi yaşarken ölmekten kurtarır! Çünkü insan takipçi değil, keşifçi olarak tasarlanmış bir organizmadır.” diyordu Kohen.  Özgürlüğün sahip olunamamanın değerini anlatıyordu, buna reklamlar, mal-mülk, şöhret-servet gibi kavramlar da dahil olmak üzere. 3 kitap nasıl bitti anlamadım. Bazı düşüncelerimin değiştiğini hissettim, kendimin bir kısmımın değiştiğini hissettim. O nedenle bu seri tamamen ayrı bir yazıyı hak ediyor.



Uçurtma Avcısı, insanı üzen, geren, mutsuz eden, ağlatan aslında oldukça rahatsız edici bir kitap. Eğer okuyorsanız, hayatınızın dertsiz tasasız bir döneminde olmalısınız ki, hayatınız asgari boyutta etkilensin. Yeniden iyi biri olmak mümkün müdür, mümkündür elbet ama geçmişte insanların kalbinde açtığımız yaralar sarılır mı, hataların etkisini yok edebilir miyiz? Pek sanmıyorum.
Bunun dışında roman Afganistan’da geçtiği ve dönem olarak bir çok geçiş dönemini içinde barındırdığı için de önemli ve epey bilgilendirici bir kitap.


Murakami benim ta ilk blogta yazdığım zamanlarda herkesin elinden düşürmediği yazarlardan biriydi. En sonunda ben de okudum orley be! Sanırım elimde olmayan 3, zihnimde olmayan 4 kitabı kaldı. Ama azmimle bitireceğimi düşünüyorum hepsini.  Büyülü Gerçeklik tarzı tam benim tarzım, hele işin içine bilim kurgu girdi mi, hele de eğer böyle yarım yamalak ortada kalan konuları ipuçları bularak çözmeye çalışıyorsam...  I love murakami. Yazar için de ayrı bir yazı yazılacak!



ORHAN PAMUK - KAFAMDA BİR TUHAFLIK - CEVDET BEY VE OĞULLARI

Orhancığımın Pamukçuğumun okuyamadığım ilk kitabı Cevdet Bey Ve Oğulları’nı sonunda okudum, alıp da okuyamadığım Kafamda Bir Tuhaflığı da bitirince kafamdaki o okuyamama sıkıntısı da hem kafamdan hem de kütüphanemden kalkmış oldu. Cevdet Bey ve Oğulları’ndaki o bitmemişlik hissi beni rahatsız etti. Bir sürü karakterin akıbeti ne oldu, öyle ortada kaldığıyla kaldı. Okurken ben Türkiye’nin bir kesiminin neden böyle olduğunu anladım. Neden gelişemediğimizi, neden devrimin bir yönüyle boynu bükük yetim kalıp, bir kesime hiç hitap edemediğini fark ettim.

Belki Orhan Pamuk’u eleştirmek benim haddim değil ama Cevdet Bey ve Oğulları’nın “tam olacakken olmamış” bir yapısı var. Anlatmak istediği çok şey var ve bir konudan birine geçiliyor. Birden başka bir dönemden bir başka döneme atlıyor ve siz aslında bir önceki dönemde hala kalmış oluyorsunuz ve yeni döneme adapte olana kadar bir kaç bölüm zaten geçiyor. Yine de okuyalım mı denilirse tabi ki derim. Orhan Pamuk ise konu “tabi ki okunmalı”

Kafamda Bir Tuhaflık ise naif olmasının dışında orta halli bir roman. Kötü bir roman diyemeyiz ancak başka biri yazsa bu kadar okunur muydu, o yazarın kariyerinde bir etki yapar mıydı diye sorarsanız bence yapmazdı. Ülke olarak bir garibiz, bir tuhafız, insan bunu dışardan bakar gibi yazan bir yazarın gözünden bakınca daha iyi anlıyor. Bu açıdan da okunmalı. Ekşi sözlükte bir yazar roman için “bir kentsel dönüşüm romanı” demiş hem epeyce güldüm hem sonuna kadar doğru olduğunu düşündüm.

DÖNÜŞÜM - SİNEKLERİN TANRISI - ÜTOPYA

Dönüşüm, Sineklerin Tanrısı ve Ütopya kütüphanemde boynu bükük bekleyen eserlerdendi.

Dönüşüm’ü hiç Kafka okumamış biri olarak çok merak ediyordum ama çok ufak bir hikaye gibi geldi bana. Karakterlerin bir derinliği yok. Kitap bize insanların çıkarcı olduğunu gösteriyor ki ben ne yazık ki insanlık hakkında bu kadar kötümser değilim. Gregor Samsa’nın olayına şu şekliyle katılıyorum ki, hayatta kimse hayatını kimse için feda etmek zorunda değil. Öyle ki Samsa bir böcek olduğunda bile aile kendilerine bir hayat şekli oturtabildiler. Yani Samsa’nın sevmediği bir işte çalışmak zorunda olduğu, bu işte bir köle gibi muamele görmesinin gerektiği gerçeği, tamamen ailesinin durumu yüzünden kapıldığı bir yanılgıydı. Yine bardağın dolu kısmını gören ben buradan olumlu bir sonuç çıkardım, her şey olacağına varır : )  Bir de o vücuduna saplanan ve orada çürüyen elma kısmı çok içimi kararttı. Biri de alamadı o elmayı oradan. O elma oraya saplandığında sanki benim de elime kıymık batmış ve onu sürekli çıkarmak ister gibi okudum geriye kalan bölümleri.

Sineklerin Tanrısı herhalde büyük bir bölümün filmini izlediğini sanıyorum ultra etkileyici bir eser. Bazı insanlar nasıl böyle teoriler ortaya atıyor da nasıl böyle kurgular yapıyor anlamak güç. Yazar bir okulda müdür olduğundan insan yavrusunun nasıl da vahşileşebileceğinin örneklerini çokça görmüş olmalı. Belki doğum anında doğaya salınsak uyumlu olabiliriz ancak belli bir yaşa geldiğimizde ve henüz belli bir yaşa gelemediğimizde ailemizin davranışlarını büyüteç gibi abartılı ve acımasız bir şekilde taklit ediyoruz. Acıma, merhamet ve ölçülü olmamız biraz eğitim istiyor.

Son kitap Ütopya kitabı ise adı gibi biraz ütopik. Basit bir mantık üzerine kurulmuş düşünceler, günümüz finans-ekonomi-milliyetçilik gibi dinamiklerine eşleşince eh yapılması tabi ki de imkansız. Ancak yazıyı ve kitap özetlerini bitirirken şöyle bir cümle çiziktirdim kitabın sonuna ki paylaşmasam olmayacak.

“Yurttaşlarının yalamını iyileştirmenin yolunu onları yaşamın sunduğu bütün zevklerden mahrum etmekte arayan bir kral, özgür insanlara hükmetmeyi bilmediğini açıkça itiraf etmeli. Her şeyden önce de kendi beceriksizliğini ya da gururunu bastırmakla işe başlamalıdır”