30.05.2012

İste Bunlar Hep Plasenta


Kürtaj falan yani, 3 çocuk - 5 çocuk… Çok deşiliyor, gereğinden fazla irdeleniyor. Bazı şeyler yapmayınca başa vururmuş… Kadın mıdır kız mıdır diye bu kadar düşününce bunlara kadar varıyoruz işte. Düşünmeyeceksin oysa. Yani maksat gündem değiştirmek de değil.
Yani, mevzu basit… Hayat ve hayatın içinde neler varsa. Biraz yemek, biraz plesenta, işe git - işten gel dershaneye git - dershaneden gel, sınava gir - sınavdan çık, bir başkasına gir - bir başkasından çık…  

Git gel, gir çık…

İşte bunlar hep seks…


27.05.2012

Benyamin Sönmez: Bazı Hayatlar Bazı Hayatlara Dokunur



Bir yandan da şarkıyı dinlersek daha anlamlı olur...

Bazıların hayatı Tango gibi oluyor, bazılarınınsa vals gibi. Bazı insanlar küt diye yere çarpıyor, pat diye yükseliyor, en çılgın aşkları istiyor, en uçarı aşkları buluyor, deli gibi kavga ediyor, deli gibi barışıyor, deli gibi sevişip, deli gibi ayrılıyor, ayırılınca avaz avaz ağlayıp, mutlu olunca çılgın gibi kahkahalar atıyor.
Bazılarıysa huzuru buluyor, işlerinden aşklarına geçişi sakin sakin oluyor, istekleri ortalama ama rahatça oluyor şiir gibi geçişleri oluyor hayatlarında. Yüzlerinde hep sakin bir gülümseme oluyor… Ama konumuz bu insanlar değil.

Yıllardır gitmediğimden o zamanlar bir klasik konsere gitme isteğiyle yanıp tutuşuyordum. “Buna mı gitsek, bu mu olsa, ya o gün de işim vardı” gibi nedenlerden uygun konseri-günü-yeri bulamamamızdan sonra çok yakın arkadaşım “Benyamin Sönmez diye birinin viyolonsel-piyano resitali var gitsek mi” dedi. Ben de tamam dedim. 5.-TL gibi de bir fiyatı vardı, “BeşTürkLirası” şaka gibi. Oysaki zaten yer bile uygun olduğundan çok daha fazlasını bile verirdim.

Herhangi bir klasik sanat etkinliğine katılmayan pek anlayamayabilir ama bir konsere ya da baleye gittiğinizde hissettiğiniz şey televizyonda izlediğinizle ya da mp3 çalarlarınızda dinlediğinizle alakası yoktur. Yoktur yani “daha etkileyicidir” bile diyemeyeceğim. Tekrar ediyorum “alakası yoktur”
Benyamin Sözen konserine biz ve bizim gibi 10-20 kişi dışında bazı okullarda grup şeklinde öğrenciler de gelmişti. Konserde Benyamin Sözen viyolonsel, Hakan A. Toker piyano çalıyordu. Sadece ikisi. İşte biz büyülenmiş şekilde izliyoruz falan… Benim için dünyanın en sıkıcı eserlerinden biri olan Debussy “Claire de Lune” haricinde bildiğim yok. Ama canlı canlı dinlemek inanılmaz.
Neyse en son Astor Piazzolla’nın Le Grand Tango’sunu çaldılar. Gençler, orta yaşlılar, yaşlılar hepimiz böyle büyülenmiş bir şekilde çıktık konserden.
Geldim eve deli gibi son çaldıkları Büyük Tango’yu dinleyeceğim. Böyle 50 kere falan dinleyebilirim öyle bir gazım. Arıyorum falan youtubetan. Bilmeyenler için Astor Piazzolla’nın tango eserlerini en çok Yo Yo Ma ve Gidon Kremer icra eder. Açıyorum ama yok yani aynı, his aynı enerji değil. Hani 2 dk. Önce canlısını dinlemişim o tadı alamıyorum yok yok! Kremer keman çaldığından pek bir tiz geliyor; Yo Yo Ma da çok ağır ve enerjisiz. Öyle buruk kalıyorum da onları da dinlemeye alışıyorum zamanla…

Neyse o günlere geri gidelim. Biz böyle o gencecik adamdan o kadar etkilenmişiz ki bir ara yine gidelim falan diyoruz. Ben böyle Piazzolla’nın ne kadar muhteşem bir insan olduğunu anlıyorum. Diyorum ki keşke bir daha dinlesem Sönmez’den, daha bir iyi incelesem nasıl çalmış, tekrar dinlesek.
Ben onun sayesinde Piazzolla’yı o kadar çok dinliyorum, öyle seviyorum ki bir Ferzan filminde bile hiç bilmediğim bir şarkısı çaldığında tüylerim diken diken oluyor, hemen açıyorum bir elli kere falan dinliyorum, kim çalarsa çalsın, hangi enstrümanla çalınırsa çalınsın gerçekten hep ama hep aklıma Sözen geliyor.
Böyle böyle günler geçiyor, sonra günlerden bir gün twitterdan bir bakıyorum Benyamin Sönmez vefat etmiş.

Ya nasıl diyim böyle yazılar okuruz ya, derler ya “böyle bir genç yetenek, nasıl olur aramızdan bu kadar erken ayrılır” tarzı klişe banal cümleler… Böyle bir yapay gelir ya, böyle bir soğursunuz ya şimdi diyecek bir şey bulamıyorum bunların aynısı dışında. Sadece samimi olması açısından “Lan nasıl ölür böyle bir yetenek? Nasıl bu kadar erken aramızdan böylesine erken ayrılır lan?!!” diyebiliyorum.

......
Bazıların hayatı Tango olur bazılarınınsa vals gibi. Bazıları deli gibi sevişip, deli gibi ayrılır, ayrılınca avaz avaz ağlayıp, mutlu olunca çılgın gibi kahkahalar atar, bazılarının hayatı mat renkler olur, bazılarınınki kıpkırmızı... İşte benim anlatmak istediğim onlar, benim sevdiğim o insanlar. İnsan acı çektiğinde ağlar, mutlu olduğunda güler, benim insan tanımından anladığım bu! Maske takamayacak kadar içine içine sığımayan o insanları tanımak istiyorum ben, o insanlar gibi olmak istiyorum.
Bazı insanlar da bazılarının hayatlarına dokunur, sevgili olur bu bazısı arkadaş olur, bazısı yönetmen olur, bazısı bir çellist olur sizi başka başka müziklerle tanıştırır ve geçer gider…

Benyamin Sönmez de o nisan akşamı benim hayatıma dokundu, bana öğretti ki hayatının bir ritmi olacaksa o tango olmalı, bana gösterdi ki milyonlarca kişinin üstat bellediği biri değil de bazen 20-30 kişiyle beraber dinlediğin bir insan etkiler seni.

O gece benim hayatımın bir parçasını değiştirdi ve bu hayattan gencecik göçüp gitti.

Ben de biraz ağladım, işte o kadar…
   

25.05.2012

Asık olmak ya da olmamak iste asıl mesele bu



Hep derim hayat yaşanacaksa Woody Allen filmleri bohemiası eşliğinde yaşanmalı. Şu an ben yalnız ama bir o şekilde yaşadığımı hayal ediyorum.


Blog yazılarının son yüzdelik dilimine baktım da herkes yalnız, herkes bedbaht… Sanırım mutsuz ve yalnız olduğumuz için blog yazıyoruz mu acaba dedim? Neyse, bir sevgili bulup çok mutlu günlere adım attığımda da yazmayı bırakmayacağım bunu tahattüt ederim.

Aslında yalnızlık biraz da insanın kendi seçimi… Yoksa tabii ki de bizim de kısmetlerimiz var, taliplerimiz var, olmaz mı?

İnsanın bin bir kulp takıp bıraktığı sevgililerinin evlenip gayet mutlu olması da hoş bir durum değil tabi. Ben ayırılırken hepsine “seni sevecek birini bulmalısın” tarzında yaklaşıyordum. Gerçekten de buldular ama bunu derken, benim bulamayıp yalnız kalacağımı düşünmemiştim. Sanmıştım ki ayrı ayrı ama mutlu takılırız. Demek sorun harbi bendeymiş haha ne hoş di mi?

Şimdi Türkçe radyolarda bir şarkı çalıyor, karşılaştığımızda yalnızsak selam veririz ama yanında biri varsa birbirimizi tanımamış gibi davranalım tarzı bir şey. Yani şimdi karşılaşsak ben yalnız olacağım orası kesin.  Ne yapayım ben yani, bakmayayım mı selam vermeyeyimmi? Off off…
Bu sırada ne eğlenceli şarkı değil mi?

Çevremde şimdi “aa fena değil” dediğim bir çocuk vardı. Baktım gün geçtikçe çocuk benden hoşlanmaya başladı, mesajlar falan. Sonra dedim yok olmayacak, yok yani… Yalnız nasıl kalırım altın anahtarı zaten onun şusu bunun busu demek… Ben de başarıyla yalnız kalıyorum.

Zamanında bir arkadaşım, bana çokoj jestler yapan biri vardı. Şimdi düşünüyorum da baya baya hoşlanıyormuş, nasıl da anlamamışım. Neyse o da bir sevgili buldu zaten şimdi gayet mutlular, nazar değmesin. Yani birinden böyle aman aman hoşlanmadım mı, şimşekler gök gürültüsü olmadı mı hemen arkadaş seviyesine geçiyor. Bundan bir 2-3 sene önce birini görüp bundan iyi eş olur falan diye düşünmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Şimdi herkes patır patır evlenince çok telaşlandım, kendimi daha da yalnız hissettim. “Napıcam şimdi ben?!” modundayım.

İşte siz de öyle size iyi davranan birileri varsa, ki vardır, kıymetlerini bilin yani. Höt höt davranmayın, cilveleşin vesair. Öküz olmayın bi zahmet, sonra yalnız kalıyorsunuz, sonuçları çok acı oluyor. Buluyorlar yani birilerini.

Her ne kadar “evinin bir duvarının benden habersiz çekilen fotoğraflarımın kapladığı bir aşığım olduğunu” hayal etsem de, gerçekten böyle bir şey olmasının kimseyi mutlu etmeyeceğini biliyorum. Beni tedirgin de etmez, sadece üzer. Ben diyorum ki “her insan hayatında adam gibi sevilip sevildiği bir ilişkiyi hak eder.” Kimsenin mutsuzluğu ve çaresizliği size mutluluk getirmiyor.

....
Off şu havada, aşık mı olsak ne?

24.05.2012

Bazen bos seyleri takıyorum...


Bugünlerde beklediğim otobüsler gelmiyor, trafik hep yoğun oluyor, hep bir sıkıntı bir keder içindeyim. Ruhumda bir ağırlık var neden öyle oluyor sebebini de biliyorum ama elimden bazı şeyler gelmiyor.

Ben de bunun acısını yeni bulduğum ve süper hızlı ve inanılmaz boş otobüs hattımın bazen gelmemeyi seçen seferlerinden çıkarmayı tercih ediyorum. Gelmiyor ya hemen arıyorum İETT yi diyorum neden gelmiyor bu sefer? Maille dönüyorlar “trafik yoğun”muş, “Peki” diyorum ben de, içimden. Böyle mailleşiyoruz falan.

Bir kere gerçekten gelmedikten sonra ne zaman 5 dk gecikse arıyorum İETT’yi, gelse bile maksat işlerini savsaklamasınlar. Bir daha gelmemezlik yapamasınlar.

Off ne kadar boş işlerle uğraşıyorum değil mi? Ama yine de yalnız değilim ve kanıtlayabilirim…


21.05.2012

Çizgi Romanlar Lö Size De Yaranılmıyor

Ultra über ergen cadılı dizim Secret Circle'ın yeni sezonu olmayacakmış. Ay cidden sinirlerim bozuldu, daha bugün ilk sezonun finalini izlemiştim oysa ki. Meğersem o sezon finali değil küllüm finalmiş. Oysaki ben Lost'ta alışık olmadığımız: "bir şey farkedince millete yayma özelliği"nden, "kimsenin sır tutamaması"ndan, "5 bölüm idare edecek karakter ve konuların bir bölümde heba edilmesi"nden hoşlanıyordum belki?
Yok illa her şey kitabına uygun olacak. Lost güzeldi de ne oldu? Her şey bir rüyaymış oldu.
Bana ergen dizimi geri verin!!

Nım nım nımmm, bunun dışında asıl mevzu....Çizgi romanlar hakkında... İzleyin, biraz uzun ama değer, bilgilendirici falan. Hani geleneksel klişeler fln var ama yazarları çizerleri daha iyi tanıyorsunuz, bir nebze bana iyi geldi.

Ps: Neil'ciğim seni ve İngiliz aksanını gözlerinden öpüyorum, kib, öptüm bye...

ve linki:
SEX LIES AND SUPERHEROES

Sona kadar gelirseniz sondaki şarkı gayet manyakça sözler içeren Voltaire şarkısı... Onu da buradan ayrıca dinleyebilirsiniz.

Hiç isim olmaz demeyin


Uykusu kaçınca insan saçmalayabiliyor.
O değil de artık düğünlerde “ayılana gazoz, bayılana limon” çalmıyor, o neden? Oysaki yıllar yılı klasik bir Türk düğünü geleneğiydi bu eser. Mesela bir Japon olsa yitirmezdi bu geleneği.
Bir de oy farfara vardı, off ne güzeldi o yaa, sahi nerde farfara?? Aa bak burada
Yıl olmuş 2012 hala Damat oynamayı bilmeyen var, what the fuck? C’mon ama yahu, insan bi youtube açıp öğrenir. Her şeyi bizden bekliyorsunuz, onun da linki burada
Daha da kasmak istiyorsanız Payduşka öğrenin bari, videodaki çok kasış yalnız, benim bildiğim dahi oynadığım daha basit, temel bir oyun ama şimdilik bunu buldum. Bunu oynayan diğerini her halükarda oynar.

Aslında yazımın onunla bir alakası yoktu gittiği ve gideceğim bu yıla ait 243425 düğün için hem gözlem hem hazırlık mahiyetinde ama düşünüyorum da Mark şu linkleri bir tıklasaydı, bunlardan habersiz düğün yaptığı için derbeder olur, balayını yarıda keser, bizim yan sokaktaki “mega düğün salonu”ndan hemen gün alırdı.

Neyse artık olan olmuş.
Şimdi ben yatıyorum yarın iş falan var, görüşmek üzere... Öpüldünüz.

18.05.2012

Ben Maske Takmam Acting Yaparım


Hayatta hep maskelerimiz varmış onları takarmışız, bunalırmışız bla bla. Yok ya? Ne kadar düz bir insanım ben hiç maske taktığımı hatırlamıyorum. Acaba basitliğimden mi kaynaklanıyor, yeterince kaotik falan değil miyim, neyim?

Zaten çoğumuz işe gidip geliyoruz alt tarafı, iş yerinde basit dedikodular yapıp, basit arkadaşlarımızı basitçe çekiştirip duruyoruz, yaptığımız işin dünya geneline artı bir fayda sağladığı falan da yok ki peşimizde insanlar olsun. Neyin maskesi bu? Kaldı ki sevimlilik muskası falan da değilim öyle iş yerlerinde ya da genel çevrede. Maske takmamanın genel sonucu da olabilir ya da gerçekten huysuzun tekiyim. Neyse…

Etraftaki rezilliğin, kepazeliğin ise herhangi bir sınırlaması yok. Şehrin içinde kendimizi çok marjinal, çok uçlarda yaşıyor sanıyorken gazeteleri bir açıyoruz ki kırsal yerlerde rezilliğin bini bir para. Adamlar bizi çoktan aşmış, meğerse biz gelirken onlar gidiyormuş haberimiz yokmuş. Anlattıklarımın birinin rızası olmadan haklarına tecavüz edenlerle bir ilgisi de yok. Tamamen iki tarafın karşılıklı anlaştığı ilişkiler, aşklar, aldatmalar, ihanetler… Of ki ne of…

Biz de rock konserine gidebiliyoruz diye kendimizi bir şey sanıyoruz işte. Asiyiz falan…

                                                              ********************
Bu aralar hayatım o kadar durağan o kadar durağan ki birilerini öldürmediğim sürece 3. Sayfa gazete haberlerine çıkmam imkansız. Hem de öldürmem için bir nedenim bile olmadan. İnsan dediğin varlık aşksız yaşayamıyor. Hep böyle bir aşk, bir sevgi arıyor bulamayınca da böyle bok gibi kalıyor işte. Yani aşık olduğun biri olmadan ne zayıflamanın, ne aldığın kıyafetlerin, ne gittiğin filmlerin, ne yeni keşfettiğin grupların, ne yeni yapmayı öğrendiğin yemeklerin hiçbir kıymeti yok. Yeni yapmayı öğrendiğin yemeklerin derken bir yemek öğrendiğim yok da dediğim gibi zaten kıymeti olmayacağı için öğrenmedim. Ne gerek var di mi?

İki-üç ay öncesinde verdiğim kiloların hepsini geri almak için çılgınca bir yarış içine girdim kendimle. Yemediğim şey kalmadı, en son aslında hiç sevmediğim un kurabiyesini önümden hızla geçiren çaycı ablanın “Neler dönüyor orada, ne var senin elinde, NE VAAARRR” diye üstüne atlayıp, kaptığım un kurabiyelerini şehrin soğuk dehlizlerinde yerken buldum kendimi. Yeşile döndüğümü iddia edenler var.

·   Geçen gün arkadaşta Diablo III oyanayıp etrafta ben oynadım diye hava atabilme fırsatını bile teptim.
·   Önümde Madonna konseri var ama ben son 3 albümünden toplam 5 şarkı anca biliyorumdur.
· Pazar günü gideceğim düğün için en ufak bir hazırlanma, ne giyeceğim diye düşünme olayı bile yaşamadım. Giyerim işte dolaptan bir şeyler modundayım.
·   2 ay sonra yeterlilik sınavım var, umrumda bile değil. Kaldın deseler, “amaaan hayırlısı artık” diyeceğim.
·   En önemlisi hayatımda bir hedefim yok.

Burada hemen hemen genelin sıkıntısı aynı olduğundan biliyorum ki toptan incelendiğinde dertlerimin çok boş, basit ve manasız gözüküyor. Yani derdim bile dert değil bu nedenle, "dertler beniiiim, hayat seninnn seninnn ooğğğlllsunnn” diyemiyorum.

Kaan Tangoze’nin intihar eden bir sevgilisi vardı Ahu Paşakay... Zavallı kızın hastane artık günlüğü mü, yoksa artık röportaj mı ne haltsa dedikleri şöyle böyle aklımda…
“Hastanede Nirvana fln dinliyorum ve beni dışlıyorlar, farklı geliyorum onlara”
Vay anasını. Kız daha Nirvana dinlerken bile dünyanın boşluğuna vakıf olup, intihar seviyesine gelmiş, hatta insanlara farklı olduğunu kanıtlamış, ben ölmeyip de ne yapayım. Dinlediğim o kadar deli manyak şarkı var hala intihar seviyesine gelemedim, hala kimse bana farklısın demiyor, onlarca şarkı dinliyorum hayatım değişmiyor!!
Bu arada güzel kızdı, yazık oldu.
Kaç gündür içimde sıkıntı ve giderek büyüyen boşluk nedeniyle bloğa bir şey yazasım da yoktu. Aklımda o kadar düşünce, o kadar gelecek kaygısı ve o kadar sıkıntı var ki ne zaman oturup bir düzende sıralayıp yazmaya kalksam kitlenip kaldım. Aynı şey işte herhangi bir şey yapmaya kalkınca da oldu. O nedenle yazım da aynı ruh halim gibi bölük pörçük, düzensiz ve pek bir şey ifade etmeyen bir şey oldu; kusura bakmayınız. Gelecek yazım olacağını dediğim Scarlett O’hara yazım da biraz ertelendi aynı sebepten. Hem hala çoğunuzun filmi izlemediğini düşündüm, Kolay değil, 238 dk lık bir film.

Son olarak maskelere dönelim. Maske takmadığımdan rezalet ruh halim de etrafıma yansıdı ve o nurlu suratım bildiğiniz bir nemrut surata dönüştü. Acaba arada yalandan gülücükler falan mı saçsam da ne kadar neşeli kız falan mı deseler, ya da direk tavşan kostümü mü giysem, ne yapsam?
 
Why do you wear that stupid bunny suit?
Why are you wearing that stupid man suit?

Peki niçin maskeler takıyorsunuz ey insanlar? Takmayın, hayat maskesiz çok daha rahat. Belki birazcık rol kesin, birazcık numara ama hayat o maskelerin altında yüzlerinizi yaşlandırmak için inanın ki çok kısa. Ve ne olursa olsun çok kalorili şeyler yemeyin, obezite kötü unutmayın; hava bir size bir yağmurlu, bir size boğuk değil, ülkenin genelinde böyle bunu da dikkate alın. Saygılarrrrr….

11.05.2012

Protesto Ediyorum!!



Ne kadar uzun zaman olmuş Pulp dinlemeyeli. Zaten baya da eski bir grup, yeni bir albüm çıkardılar mı bunlar diye bakarken Türkiye’ye geliyorlarmış onu öğrendim bugün.  Hem de yeterlilik sınavımın olduğu hafta ne hoş, zaten Red Hot Chili Peppers konseri de en yakın arkadaşlarımdan birinin düğününe denk geliyor. Yani konserler açısından tamamen kapak olmuş durumda bu yıl bana. “Ne kapağı Vogue kapağı” hahaha iğrencim.


Dinlenilecek olan şarkımız da bu :
Something Changed by Pulp on Grooveshark



Öff kendimi asasım var gerçekten, hayat bana acımasız again.  

Bloglarda bir olay var ya arkadaşlarına isim takıyorsun çok hoşuma gitti ve daha önce kendisinden bir ton bahsettiğim arkadaşıma burdan öfervesan ismiyle bahsetmeye karar verdim, sizin için önemli bir bilgi. Bir de ondan bahsettiğim zaman mutlu oluyor kendisi, bak yine benden ilham almışsın, ilham perinim diyor. Erkekten peri mi olur yahu? Neyse.

Ay şimdi ona bu haberi vereceğim, bilmiyor muydun asıl o değil şu var, şöyle möyle bir sürü bıdı bıdı edip duracak, kendisi pek bir ukaladır da. Demeyeceğim o nedenle. Oysaki kendisine Sixpence konseri haberini vermiş ulu bir insanım ben burada. Navar yani?

Bir hafta boyunca yıkanmamak, ama kirlenmemek istiyorum. Yıkanmaya bile üşeniyorum değil ders çalışmak.

Kırk saat yazdığım yazımın asıl konusu aslında sınavlar olacaktı. Hayat bir sınavdan ibaret arkadaşlar. Her yaşadığımız olay bizi sınıyor bla bla bla. Hay ben bu sınavların… Gerçekten sevmiyorum yaa yetti artık bitsinler, daha devam etmesinler istiyorum. Yaşım 30’a doğru giderek yaklaşırken ben hala sınavlara giren bir tipim, neden böyle bilmiyorum. Umarım bu girdiğim son sınav olur.

Oysaki sınavsız da ilerleyen, kendine bir kariyer yapan insanlar mevcut. Ben neden böyle bir yol seçtim bilmiyorum. Bir daha dünyaya gelirsem “hacı bunların hangisinde alaylı yükseliyorsun rica etsem söyler misin?” deyip ona göre meslek seçeceğim.

Hani –bizim zamanımızdaki tabiriyle- ÖSS’ye gidince bitecekti tüm bunlar? İyi bir yere gir sonrası gelecekti, rahatlayacaktım? Yeterince “iyi” değilmiş demek ki.

Nihat Sırdar her cuma bir şeyleri protesto ettirir ya programında, ben de sınavları protesto ediyorum.
İşten çıkıp, tüm gün evde kitap okuyup, sezon sezon diziler izleyip,  arşivdeki filmlerimi bitirip sonra uyumak istiyorum ve bu dualarım ciddiye alınır da işsiz kalırım diye de korkuyorum. Bunlar ütopik istekler, temel bir kaynağı yok.

Bugünkü yazımın çok bir bütünlüğü falan olmadı farkındayım. 

Aslında bu bloğu açarken bir amacım da film kahramanları analizi yapmaktı. Sonra bir film karakterini anlatmamın filmi izlemeyenler için hiçbir şey ifade etmeyeceğini düşündüğüm için bu planımdan vazgeçtim. Ancak yine de bir sonraki yazımda Scarlett O’Hara’yı inceleyeceğim, kadının derdi neymiş bu sefer onu yazacağım.
O zamana kadar bu hödeye bir göz ayıp, Gone With The Wind’ı izleyin.

Umarım bir sonraki yazıma kadar hayatımızda bir şeyler değişmiş olur, şarkıdaki gibi ama, olumlu yani, daha da olumlusu hatta, kalıcı olarak. Bilemedim. Si ya. 

8.05.2012

There is no f*cking you

Geçen gün yine böyle tek başıma bir kafede oturup tıkınırken insanların neden toplu mekanlarda oturup, bir yandan kahve içerken bir yandan da yazı yazdığını buldum. Amaç sırf hava atıp karizmatik görünmek değilmiş arkadaşlar. Gerçekten tek başınıza bir yerde oturup insanları gözlemlediğiniz zaman inanılmaz salak saçma muhabbetlere tanık oluyorsunuz, daha doğrusu sizin de yaptığınız muhabbetlerin dışarıdan ne kadar salak saçma göründüğünün farkına varıyorsunuz. Bundan o insanlar gidip oralarda yazı yazıyorlar, etrafınıza dikkat edin.

Yalnız benim bir arkadaşım var, sadece tek bir kız arkadaşım, fark ettim ki onunla konuşurken muhabbetimiz tam kız muhabbeti olmuyor, kaldı ki erkek muhabbeti de olmuyor. Tam olarak ifade etmek gerekirse “iki gay eğilimli erkeğin sanat üzerine entelektüel yorumları” olarak tanımlayabiliriz bu konuşmaları. Neden öyle oluyor anlamıyorum. Oysaki gayet normal kızlarız, ya da öyleyiz sanıyorum ama böyle ikimiz birleşince içimizdeki tuhaflıklar kesişip, bir sinerji yaratıp, bu gay adamları ortaya çıkartıyor. Erkek olsam da gay olurdum yani bence. Ne alakaysa.


Burada şarkı girsin

Only by Nine Inch Nails on Grooveshark

Geçenlerde ilk defa bana bir kötülüğü dokunmadığı halde bir arkadaşımla görüşmeyi kestim. Neden öyle yaptığımın net bir cevabı da yok. Oysaki hayatımda bana bir şey katmayan başka bir sürü arkadaşım var, benim de onlara bir şey katmadığım başka bir sürü arkadaşım var, böyle bir çıkarma söz konusu olmuyor. Sadece sıkıldım, bir de birini hayatınızdan çıkarmanın inanılmaz bir egosu oluyor ya, nasıl diyeyim kendi dünyanızın başrolünde olduğunuzu fark ediyorsunuz. Bir bu benim dünyam, bir “Gloria Gaynor” hissi. Halbuki Gloria Gaynor i will survive ı söylüyordu değil mi? Zaten şarkının Türkçesi de “o benim dünyam”. Neyse konu bu da değil, Ajda Pekkan özgüveninden bahsediyorum ben burada.

Neden çıkardığıma değinmeyeceğim. Sadece şunu fark ettim ki çevrenizde herkesin tuhaf gözüyle baktığı ve kimsenin nedensizce dışladığı bir takım insanlar var ya, işte o insanlara neden böyle yapıyorlar anlamıyorum demeyin. Demeyin, çünkü onların özel sezici güçleri var sizin yok, nedeni bu kadar basit. Çünkü tuhaflığın da sınırları vardır, tuhaflık bile kendi içinde tuhaf tutarlılıkları barındırır. İşte o insanlarda bu tutarlılık olmuyor sanırım. Benim nedenimse daha apayrı.

Erkeklerle daha iyi anlaşan kızlar, benim kızdan çok erkek arkadaşım oluyor genelde diyen kızlar var ya, kendimi bir bu şekilde genelletemiyorum ya ona yanıyorum. Kişiliğine göre arkadaş seçiyorum ben çok da iyi oluyor. Kız cinsinden de erkek cinsinden de iyi tipler çıkabiliyor tek bir cinse odaklanıp şansınızı kaçırmayın derim ben.

Bunun dışında geçenlerde aynı kafede bu sefer yalnız başıma oturmazken yanımızdaki masaya iki kadın oturuverdi. Menüyü baya bir inceledikten sonra sipariş verdiler. Siparişlerinin gelmesinden hemen sonra kadınlardan biri kalktı “şu arkadaşımı bir karşılayayım, geleceğim” dedi. O kadar da bakıp edip kumpir almışlardı, kadın kumpirini öyle hiçbir lokma almadan bıraktı, gitti. Diğer kadınsa onu bir beş dakika bekledi, sonra on dakika sigara içilen bölümde sigara içti. Sonra yerine geldi oturdu beklemeye devam etti falan. O kumpir hala orda durdu öylece. Sonra kadının beklediği arkadaşı gelmedi, kadın da kalkıp gitti. Kumpir orda hala o kadar hazırlanmışlığıyla birinin gelip onu yemesini bekledi durdu. Ben yalnız bırakılan kadını değil de yemeği düşündüm sadece. Tüm terk edilenlerin bir sembolüydü bence o an, hazırlanmış, süslenmiş, ne varsa üzerine giymiş ve yenilmeyi beklemişti. Yazık oldu kumpire.

5.05.2012

Versatile Blogger Demişler, ok madem.



Öncelikleee bana bu ödülü ilk laik gören kıyamet alameti vee sonradan fark ettiğim zihnin arka sokakları naa çooookk teşekkürler ederim. Çok yönlü ödül, benim açımdan gayet güzel bir ödül ;)
Şimdi gelelim devamına
Ödülün gerekleri

1.Ödülü vermek için 11 blog seçmem gerekiyormuş. Ben 9 tane seçmiştim, hatta ben verene kadar bazı kişiler zaten ödüllenmiş ama yapacak bir şey yok, benim içimden bu kişilere vermek geçti işte veriyorum nırınınımm

long day’s journey  nam-ı diğer jo

2. Ödül aldıklarına dair haber vermem gerekiyor. 
Veriyorum merak etmeyin

3. Kendimle ilgili istediğim 7 bilgi paylaşmam gerekmiş...Hımm...
-Gözlük takmak çok cool geliyor ama takmayı sevmiyorum. Yani aksesuar olarak seviyorum uygulamada sıkıntı yaşıyorum.
-Bir erkek bence saat takmalı
-kaküllerim var, kullanmayı seviyorum
-En çok sevdiğim cips Pringles ın peynir ve soğanlı olanı.
-kırmızı ruju çok seviyorum ama yemekten ya da bir süre geçtikten sonra parça parça oluyor, kullanımı zorlaşıyor diye her zaman süremiyorum. Oysaki bana kalsa her gün kırmızı rujla dolaşabilirim.
-kendi saçımı öremiyorum :/
-vanilyalı kokuları severim.

4.  Size ödül veren kişiye teşekkür edin denmiş.
Zaten ben en başta etmiştim ama diyim. Bana bu ödülü veren kıyamet alameti ve zihnin arka sokakları na tekrardan teşekkürler

5.  Versatile Blogger Award logosunu sayfaya eklemek gerekmiş. 
Ahanda üstte. Öpüyorum kissler mucuklar.

3.05.2012

Hepimiz Pretty Like Drugs

Gönül isterdi ki ben de bir yazı yazıyım içine diyalektik, çıkar çatışması, paradoks gibi şeyler geçsin. Yazarım ama amacım herkese ulaşmak yoksa yazarım gerçekten, yazarım da anlaşılır mıyım işte soru bu. Dediğim gibi bunlar hep çıkar çatışması.

Burada, -ofis ortamı- kararlaştırıp en nefret ettiğimiz deyimi bulduk geçen yıl o da “ben herkesi kendim gibi biliyorum”du. Aslında mesai arkadaşım buna gıcık olduğunu itiraf etti ben de üstüne atladım ve düşündüm… Düşündüm ki “ben herkesi kendim gibi biliyorum” lafı kadar alttan alta kendini öven, “o kadar iyiyim ondan hep bu mallığım” mesajı veren, insanın bilinçaltına tecavüz eden başka bir deyim yok!

Hey sen! “ben herkesi kendim gibi biliyorum” diyen varlık. Neden benim bilinçaltıma girip masum ön yargılarımı bozuyorsun, aklıma süper iyi insan izlenimi çizdirtiyorsun? Oysaki elimi versem kolumu kaptıracağım sana biliyorum ben. Az bekle bakıyım da ben sana o kendinliği verecek miyim. Kendine verdiğin o paha biçilmez değeri ben sana verecek miyim bekle bir. Yoksa yapabilsen, ah bir becerebilsen, bunu becermekle kalmayıp daha da devam edeceksin de yapında yok bilmiyorum sanki.

Masummuş…

Böyle boş boş sinirleniyorum arada, nefret kadar sevginin de cinsiyeti olmaz ama. O nedenle ben de masum rolü oynayan herkese yolluyorum bu yazımı. Hepimizin içinde az biraz ahlaksızlık var çünkü. Yine de boş yere sinirlenip agresiflik yapmak istemem. Allah kimseyi orta parmağını kaldırıp fotoğraf çektirecek kadar asi ergen yapmasın.

Ben daha bir şey diyemeyeceğim adam demiş. Bu şiir de o masum arkadaşlarımıza gelsin.

Anladık iyisin, Ama neye yarıyor iyiliğin? Seni kimse satın alamaz, Eve düşen yıldırım da Satın alınmaz. Anladık dediğin dedik, Ama dediğin ne? Doğrusun, söylersin düşündüğünü, ama düşündüğün ne?
Yüreklisin,
Kime karşı?
Akıllısın,
Yararı kime?
Gözetmezsin kendi çıkarını,
Peki gözettiğin kimin ki?
Dostluğuna diyecek yok ya,
Dostların kimler?
Şimdi bizi iyi dinle: Düşmanımızsın sen bizim Dikeceğiz seni bir duvarın dibine Ama madem bir sürü iyi yönün var Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine iyi tüfeklerden çıkan iyi kurşunlarla vuracağız seni.
Sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa.

Ps.: Ya bu arada ben çok şeker bir kızım biliğyor muğğsunnn?
                                                               

1.05.2012

Baktım Annem Benden Daha Güzel




Hayat keşke Bülent Ortaçgil şarkı isimleri gibi olsa.
Hep öyle konuşsak mesela?
Beni kategorize etme gibi bir şarkı var yahu
Bundan daha mantıklı nasıl bir istek olabilir ki?
Daha öte bir söz yazmasa, şarkı tüm ve sırf bundan ibaret olsa
Bence yeterli.
Sırf şarkı isimlerinden bile yepyeni şarkılar yazılabilir
Yani
“Baktım annem benden güzel”… hepsi bu!
Bunun üzerine daha bir şey diyemem ki ben.
O tek ve bana özel…




Bu arada ben tek çocuğum bahsetmiş miydim?
Şimdi böyle söyleyince fark ettim ki annemi benden başka paylaşan yok. Yani annem sırf benim annem, babam da sırf benim babam. Çok muhteşem bir şey değil mi bu? Şimdi bunun farkına varıp şımarabilirim işte. Yıllardır içimde birikmiş şımaramamışlığı içimden atıp, özgür bırakabilirim.
Zaten 8-9 yaşımdan beri evlat edinmeyi istiyorum. İnsan kendi çocukken, çocuk evlat edinmeyi isteyebilir mi?
Ben Şeker Kız Candy izlerken o kadar ağlıyordum ona öylesine üzülüyordum ki, dedim bu iş böyle olmayacak “bundan sonra annesiz çocuk kalmayacak!”
Böyle bir şey istemedim tabi, mantıksız olurdu. Ama anne ve babam var diye öylesine minnettar ve şükran doluydum ki herkes de öyle olsun istiyordum. Hala da öyle ancak bu işin zorlukları ve yüksek ihtimal tek taraflı isteyecek olmam bu işi zorluyor biraz.
Neyse günün konusuna dönelim “annem benden gerçekten daha güzel”dir.
Yani ben de güzelim falan tamam ama o gerçekten daha güzel.
Annemin güzel olduğunu, klasik bir anne formatında olmadığını fark etmem ilkokul yıllarıma rastlar. Bir gün güneş güzlüklerini takıp gayet havalı bir içimde okula geldiğine “oo annen Ebru Gündeş gibiii” demişlerdi. O zaman Ebru Gündeş 20 yaşında ve T.C. sınırları içinde geçerli bir güzellik standartıydı. Aslında benzetme sanıyorum ki gözlüğünden ve havalılığından yapılmıştı, çünkü niteliksel bakımdan annem soğuk duruşuyla bildiğiniz bir Zuhal Olcay formundadır. Stil aynı o. Kaldı ki annem ona özenmez bile, yani lise yıllığına bakın o zaman bile öyle bir karizma. Böyle bir zayıflık, kıyafetler, saç, makyaj… Ayy fotoğrafını mı koysam acaba? Bildiğiniz 80’ler punk modeli o zaman. Orta yaşa gelince de daha bir klas kıyafetler, işe etek-ceketle gitmeler. Daha ben hala giymiyorum etek ceket, ayy nasıl bir hava, nasıl bir kokoşluk…
Ben yine de tüm bunlardan ziyade annemle benim aramdaki ilişkiyi Mermaids filminde Cher-Winona Ryder arasındaki ilişkiye benzetiyorum. Bu şekilde bir ilişki daha cool geliyor gözüme. Yani bir şekilde annenin senden daha güzel olması psikolojisini inceleyecek olsanız bu film gayet ideal. Zaten annemi kıskanmaktan ziyade rol modeli belirlemişimdir, bu bir kompleks değil bir özenme bir “onun gibi olma çabası” hatayım boyunca yapmaya çalıştığım.
Sonuç mu? Kesinlikle öyle olduğum söylenemez. Dedim ya nerde etek ceket, nerde kot pantolon T-shirt…
Zuhal Olcay tarzı bir kadının yanında ben ancak haşarı çocuk kalıyorum maalesef.
Yine de bence Bülent Ortaçgil görse o da ona bir şarkı yazardı…
Yüzünü dökme koca kadın diyebilirdi mesela.
Ay hala yaşlanmadı bir anne formuna giremedi. Basma etek falan giyer diye bekliyorum yıllardır kadın hala taş, hala Ajda.

Annem benim servetim
Ve benden daha güzel
O tek ve bir bana özel
Öperim onu gıdıktan.

Derin Not: Yazar burada daha mayısın 2. haftasına gelmeden annesine yazı yazarak “onu bir gün değil, her gün seviyorum” mesajı vermeye çalışıyor. Annelerimizi sevelim, yıllarca bizim çamaşırımızı onlar yıkadı, nankör olmayalım pls.

Ödevlerim

Yoğun stresli ve mutsuz bir haftanın ardından o kadar çok mim gelmiş öyle atıflar olmuş ki hem utandım hem gururlandım…
Mimlerin biri Kuulumsu Kadın’dan diğeri Zihnin Arka Sokakları’ndan gelmiş,

Mimlerimin biri ödüllü ama depresif olduğumdan ödülümün tarzını değiştirdim, bu acaba ayıp olabilir mi bilmiyorum :/ Şimdiden özürler…
Öncelikle bir ödül babında olduğundan sevgili Kuulumsu Kadın’a teşekkür borçluyum, cevaplıyım:

1-Mesleğin seni mutlu ediyor mu?
Mesleğim beni mutlu etmiyor çünkü çok durağan ve devlete bağlı bir meslek, devletin işi mantıklı olur mu? Bir ton mantıksız saçma sapan kanunla tebliğle uğraş dur. Devlet isterken çok sistematik, verirken eski usül. Adaletsiz bir ortam…

2-Dilediğin meslek miydi?
Bir meslek dilemiyordum ki, dileseydim ve olsaydı eminim ondan da mutsuz olurdum. Ancak şöyle ki, standart üstü bir firmada tam manasıyla yapabilseydim bu mesleği gerçekten mutlu olurdum diyeyim.

3- Yalnız mı ilişkide yaşamayı mı tercih ediyosun?
Yalnız olmayı tercih ediyorum çünkü psikopat ve manyağım, arkadaşlarım bana Lovecraft diyor, soru mu bu şimdi allasen?

5- Yabancı dil konuşuyor musun?
Sometimes…

6- Rüyandaki evde oturuyor musun? Taşınmak ya da yurtdışına gitmek istiyor musun?
Rüyamdaki evde oturmuyorum tabi ki de. Yurtdışında ne işim var, herkes burada ayol? Bayık oralar, Türkiye’deki enerjiyi şu ana kadar gittiğim pek bir yerde göremedim ki! Bildiğin manyağız biz. Seviyorum insanlarımı. Yalnız ve güzel ülkem hey heyyyy…

7- Mobilya değiştirmeyi sever misin?
Hiç işim olmaz, iş yerinde odamda kişisel bir eşyamı bulamazsınız. Eşyalarla işim olmuyor benim. Ben de bunun farkında değildim de yaşadıkça fark ettim.

8- Çevreye, hayvan korumaya hiç katkın var mı?
Ya gerçekten pek yok. Dikilmiş ağaçlarım fln var tabi de, ekstra bir şey yapamıyorum yaa neden böyleyim ben :/ Gidip kedilere yem verip geliyorum bekleyin.

9- Televizyon ve filmleri sever misin?
Kedileri besleyip geldim, televizyonu gerçekten izleyemiyorum, neden öyle oluyor bilmiyorum konsantre olamıyorum bir diziye ya da reklam girdiğinde dağılıyorum gidiyor. Yani işe yarar şeyleri de izleyemiyorum, bu da beni üzüyor. Filmleri severim tabi bence soru bu olmayacaktı da ilk düzenleyenin acelesine gelmiş. Film sevmeyen var mı şimdi? Ben 6 yaşımdan beri film izliyorum ulennn…

10- Bırakmak istediğin kötü huyların var mı?
Ukalalık, kendini beğenmişlik ve çok çabuk sinirlenebilme özelliklerim alınsın istiyorum aslında benim bir sürü kötü huyum var yaa, kimse de öyle adam gibi kötü şeyler yazmamış. Ben de bu kadarla bitiriyim bari.

11- Loto veya benzeri şans oyunu oynar mısın?
O kadar kötü ve topluma aykırı ahlaki değerlerim arasında şanslıyım ki kumar yok. Şans oyunu diyemiyorum ben bana hepsi kumar geliyor açıkçası… I don’t like them.   


                                                                           *********

Şimdi gelelim 2. mimime, Bu da sevgili Zihnin Arka Sokakları'ndan 

Blogunu ne sıklıkla kontrol ediyorsun ?
Blogumu aslında her gün, işte düzenli olarak kontrol ediyorum. Saat başı bile olabiliyor bu =) Ama bu aralar yazmaya vaktim olmuyor ne yazık ki…

Blogunun en çok neresini seviyorsun ?
Her yerini çok seviyorum, hepsini ben yaptım zira, onların hepsi benim çocuklarım.

Bilgisayarda vaktini neler yaparak geçirirsin ?
Blog-twitter-sozluk-facebook. Şu son sıralar son ikisine bakamıyorum. Ayrıca bazı bazı yeni gruplar arayışına çıkıyorum. Dizi izliyorum falan…

Şu sıralar en çok dinlediğin şarkılar ?
Şu ara en çok Skunk Anensie’nin We don’t need who you think you are ve geçenlerde paylaştığım Just a Cliche, Metronomy’nin Everything Goes My Way ve ardı şarkısı The Look’u manasız bir biçimde Yasemin Mori’nin N’olur N’olur N’olur unu dinliyorum. Birkaç parça daha var ama onları arada kullanacağım için yazmıyorum şu an.
Bir de sevgili mesai arkadaşım sayesinde bol bol Yasmin Levy dinliyoruz. Adio Kerida ve La Alegria gayet isyeaaanlık bir şarkı. Özenti Sezai.

Hem ödül veriyorum hem de mimliyorum onlar da: