27.12.2012

Model Olcam Ben



Sevgili blog arkadaşlarım, öncelikle yepisyeni mutlu, huzurlu, bol aşklı, bereketli paralı bir yıl bizlerin olsun. Dünyada barış olsun, farklı fikirlere saygı olsun! Der günlük konuma geçerim.


Benim sevgili üniversite arkadaşım Boş İşleri Müdüresi, BİM, -kısaltma kötü mü oldu ne?!- mükemmel fotoğraflar falan çeker ve işinde profesyonel bir havadadır. Böyle mesela Amsterdam’a gittik, fotoğraf çektiricez ama donuyoruz falan.

Donan Gamze

Müdüreciğim ışığı ayarladı, yok olmadı karanlık oldu dedi, çekti  beğenmedi falan, cık olmadı, bu oldu ama face profil olmaz, bunda mekanı iyi yakalayamadım falan dedi dedi, biz donduk, dondukça yedik, yedikçe yaydık ve 5 kilo alıp geldik. Zaten her daim potansiyel 5 kilo fazlası bulunan kızlar olarak bunu 10 kiloya çıkardık. Böyle yanaklar tombiş falan oldu her neyse. Amsterdam fotoğraflarımızın talihsizliği ve bizim güzelden ziyade sevimli olmamızın nedeni biraz da Müdürenin bu profesyonelliğindendir.



Bildiğin suratta bir toparlanma söz konusu

Neyse gelgelelim biz bir keresinde kararlaştırıp, iki kız gittik Kuzguncuk’ta fotoğraf çektirelim dedik. Müdüre hanımcığım da profesyonel makinesini aldı, makyajlarımızı yaptık sonrasında deliler gibi bir o köşede bir bu köşede fotoğraf çekindik. Sanırım deli ve gerçekten boş işler peşindeyiz. Neyse Müdüreciğim her ne kadar benim kendisini iyi çekemediğimi iddia etse de –ki içinde çok iyi fotoğraflar vardı- o beni epey iyi çekti.

Benden aşağıdaki fotoğrafı çıkardı yani. Ki önceki postlarımda benim az buçuk ne menem bir şey olduğumu biliyorsunuzdur.

Bu efsanevi fotoğraftan sonra bir daha hiçbir fotoğrafta öyle iyi çıkamadım, hiçbir face profil fotoğrafım beni tatmin etmedi, objeftiflere küstüm, psikolojik yardım aldım.


Ta ki bugün ikimizin de işlerimizin inanılmmmazz yoğun ve karışık !! olduğu o anda Müdüre’mden gelen o haberi alana kadar.

Gamzeciğim ben fotoğraf çekmek istiyorum, modelim olur musun?

Yani buna ne diyebilirim ki? Bu teklife hangi kız hayır diyebilir?

Müdüreciğim evet olurum, hatta aşağıdaki kız gibi olurum, bak gör ben çok uslu bir model olucam, söz.

Allah’ım sen beni Vog kapağı yap yareppim amin : )

25.12.2012

Soğuyan Kahveler... ve Dan Dan!


Artık kış geldi ya bir gıdım sıcak içeceği bekletmeyelim anında buz gibi. Zaten Türk Kahvesi dediğin özünde 2 hüplük bir içecek. 0-5 derece aralığındaki ofis ortamında soğuması 2 dk. Yani kahveyi aldın tam içeceksin biri “Gamze Hanım bu ödemeler bıdı bıdı” diye sorduğunda anlatmaya başlayıp bitirmen kahvenin soğuması için yeterli. Neyse yine de tek derdimiz bu olsun tabi.

Aslında oldukça mutsuzum ama özel nedenleri anlatıp canlar sıkılsın istemiyorum.  Sadece uzun bir süre kültürel aktivitelere gitmeyebilirim. Bundan sonra hayat hep bana “The Phantom at the Opera” bu kadar!

Bu soğukta yapılabilecek en mantıklı şeylerden biri Lenny Kravitz atkısı alıp da Taksim’de İstiklal’de amaçsızca bir aşağı bir yukarı dolanmak olabilir bence. Bu arada atkı ne komik bir atkıdır öyle, sözlükte gördüm epey eğlendim. Hem bu atkı sayesinde potansiyel sapıklardan da korunulmuş olur çok şukela olur.  


Yine bir kitaba başladım yine okuyamıyorum. Bence hiç başlamamak en iyisi. Kitapları mundar etmek gerçekten ayıp.

Bu arada geçen şu şarkıya arkadaşla oturup klip çektik ve dünyanın en komik klibi oldu. Zaten olmasın da ne olsundu! Şarkıya bir bakın allasen.

Buradan dinleyiniz efemmm

Fecri Ebcioğlu ve "dan dan"


22.12.2012

Ben Yazdım


Şarkıyı dinlemezsen pek anlamlı olmaz...




Ben öyle sevmiştim kuşları ağaçları,
Yağan yağmuru, sonrasında eve dönüp annemle kurumayı beklemeyi
Ben sandım ki ben seversem eğer, karşılığında ben de sevilirim
Oysaki ben her sevişimde baktım da biraz daha tükendim
Ve sandım ki bir şeyler kaybedersen başka şeyler kazanırsın
Yine ben öğrendim ki olan tek şey kayıplarımdı.

Yağmur çamura döndü sonra, gelmeyen otobüslere, ilerlemeyen trafiğe
Kalabalığa döndü yağmur, kapana döndü, o kapanda sıkışmaya
Ve ben sonra nefret ettim her şeyden
Öyle, öyle insanın üstüne geliyorlardı ki

Ne yapsan kaçamaz olmuştun, işin kafesindi hapishanen
Sevdiğin her şey yalancı, çıkarcı…
Sonra seni seven herkesten sen de bir çıkar bekler olmuştun
Birden değişmiş ve sen de onlardan olmuştun
Öğrenmiştin yani yolu, hani derler ya öğrenmiştin “yolunu yordamını”
hani derler ya “pişmiştin”, ne güzel de “olmuş”tun
Belki de hep onlardandın
Çünkü herkes, ne yazık ki ve ne kadar gerçek ki herkes,
İçinde bir insan taşıyor


Ne kötü...

19.12.2012

Sahiplenme, Mutluluk ve Anketim


Geçen gün şeyi düşündüm, mesela bir kediyi evcilleştirmek, onu alıp evde bakmak hayvanın tüm doğasına aykırı aslında. Orada onu evcilleştiriyoruz derken aslında onu insanlaştırıyoruz. Sonra insanlaştırdığımız tüm bu dünyaevi şeylere medeniyet diyoruz. Onu orada dışarıda beslemiyoruz, dışarıya kaçınca da kızıyoruz, kediyi bile sahipleniyoruz. İnsanlar ne kadar sahipleniciler. 

Neyse. 

Yana bir anket koydum, bir insan da vakit ayırıp, oy vermemiş yahu! Ankete oy vermeniz için tüm filmlerini ya da tüm Bond karakterlerini izlemek lazım diye düşünmeyin. Muhakkak afişlerini, fragmanlarını, falan bişeylerini görmüşsünüzdür. Bu isimlerden hangisi Bond deyince aklınıza geliyorsa sizin Bond’unuz odur ve şu hayatta herkesin bir Bond’u muhakkak vardır!

Bir de sevgili Mia Wallace  hanımefendi arkadaşım beni mimlemiş, bu soruları da bir cevaplayayım istedim.

* Mantığın mı yoksa duyguların mı ön plandadır?
Eğer bir iş, aşk, dostluk beni yeteri kadar etkilememişse mantığım devreye girer. Önce duygu sonra mantık yani…

*İnsanlar niye mutlu değiller? Niye gözlerinin önündeki mutlulukları görmüyor ve şükretmesini bilmiyorlar.
Ben kendim pek mutlu bir karakter olmadığımdan mutluluğun cevabını pek bilemiyorum. “Şükretmek mi ne için?” diyebiliyorum mesela, şükredecek bir sürü şeyim olmasına rağmen. Bazen her şeyin olması değil de ufak bir şeyin bir türlü olmaması da insanı mutsuzlaştırabiliyor. Ben insanlar nasıl mutlu oluyor bunu merak ediyorum aslında.

* Çok para harcayıp, keşke almasaydım ya da harcamasaydım dediğin bir şey var mı?
Şu an hatırladığım yok açıkçası :)

* Haklı olduğun bir konuda kendini savunur musun? Yoksa susmak adelet mi dersin?
Susmakla adaletin aynı cümle içinde geçmesinin bile mantıksız olduğunu düşünüyorum şu an

* Tok gözlü müsün? Yoksa her şeyim olsun diyenlerden misin?
Her şeyim olsun diyorum ya ben :/ çok mu kötü ki bu, bilmem…

Kimi mimlesem bilemedim ben, mimlenmek güzel ama bazen insanın yazacaklarını kısıtlayabailiyor. O nedenle ben 2. Soru nedeniyle MUTLU OLAN HERKES bu mimi cevaplasın diyorum. Bakalım insanlar nasıl mutlu oluyorlar.


17.12.2012

Hayat Bir Sinema Ben Bir Hobbit


Haftasonu yaptığım ilk aktivitem bahsettiğim operaydı. Yazıda sadece oyunla ilgili bilgi vermek istediğimden genel günle ilgili olayları bu posta bıraktım. Ey gençler niye operaya gitmiyorsunuz, yaş ortalaması 60'dı yemin ediyorum ya...


Operanın genel itibarı...


Bir de operaya tek başıma gittim ühühühüh bu da Zeki Demirkubuz'un filmine (Yeraltı) gidişimden sonraki 2. yalnız aktivitemdi. Yalnız olmak pek o kadar da hoş değil. Oyun bitiyor, yanına dönüyorsun konuşacak adam yok yahu :/ Sonra böyle hele ki 3 perdelik bir oyunda o uzuuun sıkıcı aralarda kendi fotoğrafını çekiyorsun. Aaa hazır duvarlar kırmızı felan...


Acitasyonu geçecek olursak "gezdiğin gördüğün senin olsun bana yediğin içtiğini anlat!" diyecek arkadaşlar varsa işte yediklerim! Kadıköy'ün tuhaf hamburgerlerini vallahi de seviyorum.


Hatta köfteleri az pişmiş olsa bile...


Ama bu soslar olmazsa hamburger bir hiç!


Neyse ertesi günü bir yalnız aktiviteye daha katlanamayacaktım o nedenle haftaiçi arkadaşımın Hobbit'e gidelim teklifine allahtan balıklama atlamışım. Onlar da gurupçana gideceklerinden, almışlar bileti 20 mi artık kaç kişilikse... Bileti alan arkadaş, bileti çıkarttırmamış sadece satın almış. Ancak sinemaya gelip de çıkartmaya çalışınca bir sorun olmuş, bilet çıkmamış. Sevgili İstinye IMAX sineması çalışanı Betül Hanım da alttaki gibi bir çözüm bulmuş. Ben geldiğimde bilet şu şekildeydi:


"Bu ne?!!" diyorusunuz di mi. Yani bu bilet değil bildiğin kağıda yazmışlar işte. Biz sinemaya böyle bir 20 küsür girince kimse bilet de sormadı. Açıkçası ben bu sinemayı pek anlamadım. Yani böyle gayet relax bir biçimde gelsen, otursan hani kimse demeyecek "pardon kardeş neaaapıyosuuan?!!" diye. Gayet filmi izleyebileceksin yani. Bence gidin bir deneyin. Hatta olmadı üstteki gibi bir bilet de hazırlayıverin. Bir şey mi dediler, yapıştırın cevabı :P

Ps: Ayrıca benim gibi daha önce IMAX sinemaya gitmemiş olan varsa 3D film izledim demesin efenim. Demesin yani, gerçekten baya bir farkı oluyormuş....

Neyse kendimi yollara vurduğum bir hafta sonu da işte böyle bitiyor. Gamze yollarda again.



Filmin çok heyecanlı eleştirisi bir sonraki yazımda, merakla, deli gibi bekliyorsunuz biliyorum ama az biraz sakin...

Yusuf İle Züleyha


Bu hafta sonunun asıl olayı benim hayatımda ilk defa operaya gitmiş olmamdı, başka da bir olayı yok zaten.  Şimdi ilk opera deneyimim olduğu için oyun hakkında çok profesyonel yorum yapamayacağım haliyle. 

Hikayenin anlatılış biçimi, detayların fazla atlanmaması ve operanın sunduğu imkanlarla bize hikayeyi olduğu gibi yansıtabilmesi güzel; söylenen parçaların birbirini çok sık tekrar etmesi, dekorun azlığı, sahnenin ufak olması tabi ki negatif yönleriydi. Oysaki zaten az opera salonu olduğundan, var olan salonların da küçüklüğünden biletler satışa çıktığı gün tükeniyor. Yani daha geniş bir alanda oynanırsa yine tam kapasite seyirci bulur gibime geliyor. Bir de Fulya’da sahne var orayı da denemek lazım.

Oyunculardan özellikle Züleyha rolünde Burçin Çilingir Savigne’ye bayıldım. O nasıl sestir yereppim Allah özenmiş de soprano yaratmış. Rolündeyse aşık Züleyha olarak gayet başarılıydı. Yakup rolünü daha az etkileyici buldum, zaten normalde de “tutkun aşık olmak mı, sadık hizmetkar olmak mı?” diye sorsalar, asilik içimde var, Züleyhaaaaa diye atlayıveririm.

Oyunun, İstanbul Devlet Opera ve Bale sitesinden aldığım fotoğraflarına aşağıdan bakabilirsiniz. Sizi de bir gün beklerim ;)




12.12.2012

Çaycı Abla




Ne zamandır sizlere bizim çaycı ablayı anlatmak istiyordum, kısmet bugüneymiş. 

Bizim çaycı abla böyle bir tatlı, böyle bir anne, böyle bir babaanne kıvamında bir insandır. Aslen 40 yaşında olmasına rağmen biraz yaşlı gösterir. Malum kadın şehirde büyümemiş ne bilsin gençlik kremlerini, zayıflama jellerini, koşu bantlarını… Babaaanne kıvamında olması da hem bu nedenden hem de kilolarından kaynaklanmaktadır. Tatlı su dedikodusunu sever, kim diyette, kim hangi yeşil çayla zayıfladı, kim kimi aslında sevmiyor ama seviyormuş gibi yapıyor gelir bize anlatır. 

Ben de harbi dedikodu sevmem. Yani nasıl diyim, hani odadaki arkadaşım Özlem’le illaki kişilerin ve olayların kritiklerini yaparız ki bu da dedikodu olur ama herkesle her şeyi de konuşmam. O nedenle kızarım da abla tınlamaz, şimdi Gamze Hanım kızacak ama bıdıbıdı diye de anlatmaya devam eder. 

Dedikodu sevmem dedim de bildiğin yazıda kadının dedikodusunu yapıyorum ahaha neyse. Siz yabancı sayılmazsınız, aslında herkese yabancısınız o nedenle sorun yok : )

Ablanın meşhur diyetleri vardır mesela. Bütün yemeği yer ama diyettedir çünkü ekmeği “azaltmıştır”. Sonra kilo veremez, gelir “Yani o kadar da çok yemiyorum ama veremiyorum Gamze Haannımmmm” der. Böyle uzatır. Yani 3 dilim ekmek yiyosa onu 1 dilime düşürür perhiz dediği de o. Yemekte tatlı varsa yiyor yani, çünkü o diyet listesinin içinde : ) Tam lahana turşuluk diyet.

Aslında abla o kadar da yemiyorum demez, “o kadara da yemiyorum” der.

Ablanın Lafları

Ablanın lafları başlı başına bir olaydır zaten.
Biz genelde hep şu ifadede dinliyorduk kendisini ya da sonuçta yüzümüz de aynı ifade oluyordu “o_0”
Ya gamze hanım o kadara diyorum ben dinlemiyolar…
O kadara gittim ben yine de vermediler…
Kalıp bu! “o kadara

Geçen patronun oğlu geldi 12 yaşında. Abla ona çay verecek “yok abla sağol ya içmiyim” dedi. Abladan gelen emir sert ve netti, “iççen iççen bu zor çay” Zor çay ne demekse. Yani zorla içeceksin ben o kadar yaptım demek istiyor. Daha doğrusu “o kadara yaptım” demek istiyor. Neyse içtik tabi.

Mesela iş arkadaşım özlem “abla sağolasın ya zahmet ettin” diyor abladan gelen tepki “tamam”

Yani işini büyük bir profesyonellikle yapıyor kadın. Teşekküre bile tenezzül etmiyor. Hani sorsan abla tuvaletler temiz mi diye duruma göre “olumlu” ya da “olumsuz” diyecek, öyle bir terminatör robot, öyle bir asker edası var kadında.

Yine bir gün genel müdürümüz demiş ki, “ya abla bu ekmekleri atmasak kuşlara felan mı versek?!” Ablanın da işi başından aşkın gerçekten, kadın hafif burun kıvırmış. Yanda da temsilcilerimizden Alman Frank bunu fark etmiş kadının da omuzuna vurmuş “aman boşver yaa, he de geç” tarzında. Ahah abla buna sen bozul. De “adam bana dokundu”.

Geçmiş bunu arkadaşın odasında anlatıyor… “Walla Gül Hanım yani tamam gevur adam da yani dokundu valla kocam duysa beni buraya goyurmaz!”
Beni buraya goyurmaz yaaa işte bu lafı duyduk ya dedim iyi ki yazıyı daha önce yazmamışım yoksa bu laf bildiğin yazılmamış olacaktı. Neyse dedik abla sakin, bi dur adam ne bilsin Türk geleneklerini, adetlerini. Dedik buna nikah düşmez, sen içini ferah tut, bişi olmaz. Neyse bir rahatladı.

Ablamız aslında çok iyidir. Mesela 2 öksürelim bir bakarız, limonlu ballı sıcak su yapmış getirmiş. Biz birşey söylemeden yapar getirir sağolsun ama içten içe bir erkek sevdası da vardır. Erkekleri daha bir sever daha bir oğullarıdır onun için.

Mesela yine çay getirmiş abla, 2 tane. Bir yanda da erkek bir çalışan geldi o da genç daha 21 yaşlarında çocuk. Abla dedi “Özlem içiyon mu?” Özlem “içiyiyim abla yaa walla” dedi. Gitti çayı çocuğun önüne koydu pat diye ahahaha Özlem de ifade yine “o_O” şeklindeydi. Bahane de o yorulmuştur hahaha bahaneye gel.

Neyse ya ablamız can, ablamız bizim her şeyimiz : )
İleride abla ve süper diyaloglar olarak devamı gelebilir, her an tetikte ve her gelişinde not defterlerimiz elimizde :))

10.12.2012

Sen Aklıma Mukayyet Ol Yareppimmm

 Başlangıç olarak naneli limonata gayet güzel gider bence.

Sonrasındaysa Chardonnay soslu tavuk?




Ya da belki de fajita?



Ya da 4 peynirli pizza?


Tatlı olarak cheese cake?




Gece gece canım çekti işte :/

9.12.2012

Prokofiev, Red Giselle ve Çocukluk İlkleri



İnsan küçükken gittiği her şey daha bir görkemli gözüküyor. Şimdi bir Madonna konseri bile “aa Madonna mı gidelim bari, ayıp olmasın” tarzında geçiştirilebilirken, 19 yaşında bu belki de gece seni uyku tutmayacak bir olaydı. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilemiyorum. Resmen insanın nasıl otomatlaştığını, ruhsuzlaştığını gösteriyor bence. Bir süre sonra hiçbir şey seni eskisi kadar mutlu etmiyor. Konsere gidicem, “işten nasıl izin alıcam, eve nasıl dönücez, yoğun olur mu, ertesi gün işe nasıl gidicem, aman yaa kalsa mı acaba” falan diye neşenin bir kısmı alıp gidiyor bile.

Ben 12 yaşındayken İngiliz Northern Bale Tiyatrosu'nun Romeo ve Juliet oyununa bilet almıştık ailecek. Tabi böyle bir heyecan “oha bale yaa” hani filmlerde falan görüyorsun millet izliyor, sen de onlardan birisin. Bir de hani normalde tvde sıkıcı gelen bir şey pek emin de olamıyorsun, acaba sıkılır mıyım nasıl olacak falan diye. Hayal ediyorsun. Sonra TVde reklamları dönmeye başlıyor, anam nasıl bir müzik! Böyle tanıtım reklamını izliyorsun tüyler diken diken, bir heyecan basıyor.
Neyse gidiyoruz bir şekilde Harbiye’ye ama ne kalabalık! İnsanlar sığmıyor, merdivenlerde oturuyorlar falan. İzlemeye başlıyorsun, tabi etkileniyorsun. Derken tanıtım videosundaki müzik çalmaya başlıyor. Ya “işte o an geldi” hissini yemin ediyorum şu an bile hatırlıyorum. Böyle gözler dolu dolu… Hani bir tecrübe daha edinilmiş, bir şeyin üzerinde daha çentik atılmış, bir 5 sene sonra “gitsek mi yaa” diyeceğin şeyin ilk deneyimi gerçekleştirilmiş.

Ondan bir sene sonra St. Petersburg Bale Tiyatrosu’nun Red Giselle’ine gitmiştik. Daha işte o beş sene geçmediğinden yine bir heyecanlanmalar, yine nasıl olcak acebalar dönüyor. (Not: Red Giselle’de de devrim döneminde baleye başlayan ve hayatının son 20 yılını akıl hastanesinde geçiren Olga Spessivtseva’nın hayatı anlatılır ve benim zihinsel karışıklıktan muzdarip kadınları idolleştirmemin de temelleri sanıyorum ki burada atılır. Bknz -Vivien Leigh, Sylvia Plath-)

Bu iki baleyi ardı ardına izlediğimden yıllar sonra yukarıda bahsettiğim şu etkileyici parçayı bulmak için youtube’da izlemediğim bale sahnesi kalmadı yemin ediyorum. Meğersem eser Prokofiev’inmiş. Sahnenin ismi Dance Of The Knights. Bu eseri eminim ki pek çok filmde dinlemişsinizdir haberiniz yoktur. Ben en son Mary and Max’de duymuştum mesela. Altta videodan izleyebilirsiniz. Umarım beğenirsiniz. 


İşte bu anılar bu her şeyin ilk olma zamanları öyle değerli ki aslında hep bir anısı kalsın istiyoruz. Bu yüzden annem “aa ben sakladım onları ki?” diyip Red Giselle’in tanıtım broşürünü çıkardığı zaman işte o 12 yalındaki o çocuk gibi şen oldum. Gerçi hiç de utanmadığıma utanarak söylüyorum ki tiyatrodan aşırdığımız ve üstünde “lütfen götürmeyiniz” yazan minderleri yıllarca kullandık, hala da duruyor, iyi ki götürmüşüz yani : ) Ayrıca Romeo ve Juliet’in “Aşk her şeye meydan okur ölüme bile” temasından yola çıkarak dağıttıkları sticker da hala dolabımda yapışık vaziyette.  Fotoğraflarını altta bulabilirsiniz : ) İyi dinlemeler…










ps: Red Giselle'de Olga'nın sadece kafasının gözüktüğü perdeyle örtülü bir kısım vardır. Böyle kafa bir alçalır bir, yukarı çıkar, bir ters döner. İşte bu sahnenin nasıl yapıldığını izlemiş ve mantıklı bir fikir yürütebilmiş bir arkadaşımız varsa ya yorumla yazsın ya da maille paylaşsın rica edicem. Teşekkürler : )

8.12.2012

Same sh*t Different Day


Gerçekten hayat bir garip vapurlar felan…

Yine bugün aslında normal bir gün olarak başladı yataktan zor kalktım falan. Bir haftadır zaten moralim çok bozuk. Kötü rüyalar görüyorum, her şey çok kötü olacakmış, hiç mutlu olamayacakmışım gibi bir his var içimde.

Bizim insanımız bir tuhaf. Malum geçenlerde de sadece bir adet kişisel gelişim yazısı yazdım, hadi yazıyı geçtim bunu çevremle paylaştım; dalga geçmeyen kalmadı. Bazı şeyleri içinde yaşayacaksın da olmuyor, ben paylaşmayı seviyorum işte, suç bende.

Popüler, bir nevi sektör oluşturan ve iyiden iyiyie new age dini olmaya başlayan kişisel gelişimin amacı pozitif düşünme. Şimdi bu olaydan çok rantlar sağlandığı, kimilerine boş beleş para kazandırdığı için tamam şüpheyle bakılabilir, pekala! Ama tüm yaptığı 40 tllik 2 kitap alıp, “bugün her şey çok güzel olacak” hissini içinde yaşamaya çalışan bana neden bu eleştiriler geliyor bilmiyorum.

Mesela atıyorum kitaplarda böyle bir şey yoktu ama aynaya bakıp “kendimi güzel hissediyorum” de diyor diyelim, adam bununla dalga geçiyor. Ya ne var yahu, nedir yani? Aynaya bakıp kendini güzel hissetmek bu kadar mı kötü bir şey? Bu kime ne zarar sağlar, söylesene bana bir?

“Yok insanların başına neler geliyor, o kadar umut bağlıyorlar olmuyor, yani öyle olumlu düşünmeyle falan hayatının güzelleşmesi falan olacak iş değil” Yani? Yani ne olacak en fazla kendimi motive edip bir şeylerin olması için çaba harcayacağım. He olmazsa uğrayacağım hayal kırıklarından mı koruyorlar beni? Hiç sanmıyorum.

Ben de bıraktım olumlu düşünmeyi, eski pesimist halime geri döndüm hayatım bombok olacak, hep böyle mutsuz yaşayıp ölüp gideceğim. Ne hoş bir düşünce değil mi? Yeter ki siz memnun olun
Bundan sonra hayatımın mottosu çölde su arasam ütü bulurum, voltranı oluştursak g.tü olurum"

Yani bırakıyorum bu işleri.

6.12.2012

Şokella Olmak

Bu aralar bloğuma ruhsal döngülerim, iç hesaplaşmalarım vs. ile ilgili gayet iç bayıcı bir yazı yazacaktım ki bir haber okudum tüm hayatım değişti!

Boş İşler Müdüresi arkadaşımın şokella köşesine gayet uyacak bir haber!

“Keşke tüm engelliler down sendromlu olsa”

Hayır, kişisel olarak siyasette ya da ünlü dünyasında çoğu şeyin çarpıtıldığını bildiğimizden açtım haberin içeriğini okudum, bir şer değişmiyor yani okumanıza gerek yok. Hatta şöyle devam ediyor konuşma : “Keşke bütün engelliler down sendromlu olsalar. Hiç kimseye zararları yok, faydadan başka.” Yani diğer bütün engelliler dünyaya zarar sanki. Mesela atıyorum, yolların kendilerine göre yapılmasını istiyorlar ya “üfff iş çıkardılar genee” oluyor demek ki. Yani bedensel engelli olacaklarına zihinsel engelli olsalar da hiç uğraşmak zorunda olmasak gibi… 

Elle tutulur hiçbir yanı olmayan, çok üzücü, çok düşüncesizce söylenmiş laflar. Çok, çok ayıp. Eğer ki bunu daha önceden talihsiz açıklamalarda bulunan boş biri söyleseydi gülüp geçerdik belki ama bir başbakan eşinin söylemesi hiç uygun mu? Böyle bir şeyin söylenmemesi, bir insan beyninin içinde düşünülmemesi, hadi düşündün diyelim uygun bulunmaması, sonra da dile getirilmemesi, dahi arkadaş sohbetinde bile olmaması gerek. Bir de sonunu da dine bağlayınca tam olmuş. Öyle ki artık bu lafın eleştirilmesi şimdi dini açıdan yanlış mı olur diye düşündürecek bir kesimi. 

İşte ben de tüm bu nedenlerden ötürü bir tepki olarak yazdım yazımı. Biraz duyarlılık, biraz anlayış için. İncelikler yüzünden kırılıp, üzülebiliriz ama halkın gözü üzerimizdeyse çok çok ince düşünüp, lafımızın nereye gideceğini kestirmemiz gerekiyor çünkü.

Keşke engellerden egnel beğenmek yerine, her engele rağmen güzelce yaşayabildiğimiz bir ülkemiz olsaydı.

5.12.2012

Ben Hiç Zarif Olamadım Onun Gibi

Zuhal Olcay hep ne kadar cool bir kadındı, hep ne kadar kırılgandı, hep zarifti. Hani bir yere girse kimse sanki onu azarlayamazdı, kötü bir söz söyleyemezdi, hani öylesine bir narinlik… “Yalnızlığım” gibi bir şarkı sadece ona yakışırdı sanki. Hiç sevemediğim Cezmi Ersöz’ün onunla ilgili bir yazısı vardı, nasıl güzeldi o yazı hakkını yememek lazım. Nasıl da anlatmıştı onu öyle; o kadar düzgün, o kadar doğru. Ben hep ona benzemek istemiştim bir yandan ama insanın içinde olmayınca olmuyor işte. Demiş ya Sezen Aksu “kendini seçemiyorsun” diye. 


Annemi hep ona benzetirlerdi, beni bir türlü benzetemediler. 



Her yerde bulunan diğer versiyonuna rağmen inatla İhanet albümündeki orijinal bu kaydını seviyorum ben. İlk göz ağrım...