9.12.2012

Prokofiev, Red Giselle ve Çocukluk İlkleri



İnsan küçükken gittiği her şey daha bir görkemli gözüküyor. Şimdi bir Madonna konseri bile “aa Madonna mı gidelim bari, ayıp olmasın” tarzında geçiştirilebilirken, 19 yaşında bu belki de gece seni uyku tutmayacak bir olaydı. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilemiyorum. Resmen insanın nasıl otomatlaştığını, ruhsuzlaştığını gösteriyor bence. Bir süre sonra hiçbir şey seni eskisi kadar mutlu etmiyor. Konsere gidicem, “işten nasıl izin alıcam, eve nasıl dönücez, yoğun olur mu, ertesi gün işe nasıl gidicem, aman yaa kalsa mı acaba” falan diye neşenin bir kısmı alıp gidiyor bile.

Ben 12 yaşındayken İngiliz Northern Bale Tiyatrosu'nun Romeo ve Juliet oyununa bilet almıştık ailecek. Tabi böyle bir heyecan “oha bale yaa” hani filmlerde falan görüyorsun millet izliyor, sen de onlardan birisin. Bir de hani normalde tvde sıkıcı gelen bir şey pek emin de olamıyorsun, acaba sıkılır mıyım nasıl olacak falan diye. Hayal ediyorsun. Sonra TVde reklamları dönmeye başlıyor, anam nasıl bir müzik! Böyle tanıtım reklamını izliyorsun tüyler diken diken, bir heyecan basıyor.
Neyse gidiyoruz bir şekilde Harbiye’ye ama ne kalabalık! İnsanlar sığmıyor, merdivenlerde oturuyorlar falan. İzlemeye başlıyorsun, tabi etkileniyorsun. Derken tanıtım videosundaki müzik çalmaya başlıyor. Ya “işte o an geldi” hissini yemin ediyorum şu an bile hatırlıyorum. Böyle gözler dolu dolu… Hani bir tecrübe daha edinilmiş, bir şeyin üzerinde daha çentik atılmış, bir 5 sene sonra “gitsek mi yaa” diyeceğin şeyin ilk deneyimi gerçekleştirilmiş.

Ondan bir sene sonra St. Petersburg Bale Tiyatrosu’nun Red Giselle’ine gitmiştik. Daha işte o beş sene geçmediğinden yine bir heyecanlanmalar, yine nasıl olcak acebalar dönüyor. (Not: Red Giselle’de de devrim döneminde baleye başlayan ve hayatının son 20 yılını akıl hastanesinde geçiren Olga Spessivtseva’nın hayatı anlatılır ve benim zihinsel karışıklıktan muzdarip kadınları idolleştirmemin de temelleri sanıyorum ki burada atılır. Bknz -Vivien Leigh, Sylvia Plath-)

Bu iki baleyi ardı ardına izlediğimden yıllar sonra yukarıda bahsettiğim şu etkileyici parçayı bulmak için youtube’da izlemediğim bale sahnesi kalmadı yemin ediyorum. Meğersem eser Prokofiev’inmiş. Sahnenin ismi Dance Of The Knights. Bu eseri eminim ki pek çok filmde dinlemişsinizdir haberiniz yoktur. Ben en son Mary and Max’de duymuştum mesela. Altta videodan izleyebilirsiniz. Umarım beğenirsiniz. 


İşte bu anılar bu her şeyin ilk olma zamanları öyle değerli ki aslında hep bir anısı kalsın istiyoruz. Bu yüzden annem “aa ben sakladım onları ki?” diyip Red Giselle’in tanıtım broşürünü çıkardığı zaman işte o 12 yalındaki o çocuk gibi şen oldum. Gerçi hiç de utanmadığıma utanarak söylüyorum ki tiyatrodan aşırdığımız ve üstünde “lütfen götürmeyiniz” yazan minderleri yıllarca kullandık, hala da duruyor, iyi ki götürmüşüz yani : ) Ayrıca Romeo ve Juliet’in “Aşk her şeye meydan okur ölüme bile” temasından yola çıkarak dağıttıkları sticker da hala dolabımda yapışık vaziyette.  Fotoğraflarını altta bulabilirsiniz : ) İyi dinlemeler…










ps: Red Giselle'de Olga'nın sadece kafasının gözüktüğü perdeyle örtülü bir kısım vardır. Böyle kafa bir alçalır bir, yukarı çıkar, bir ters döner. İşte bu sahnenin nasıl yapıldığını izlemiş ve mantıklı bir fikir yürütebilmiş bir arkadaşımız varsa ya yorumla yazsın ya da maille paylaşsın rica edicem. Teşekkürler : )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder