27.06.2012

Hieronymus ve Bir Kitap Okudum Hayatım Değişti


E okuduğun kitap hukuk olursa değişir tabi, dünyadan bir haber yaşanır mı?! 
He yok siz roman falan okuduğumu sandıysanız zaten baştan yanıldınız. Yahu o romanlar değiştirmiyor ki insanın hayatını. Ama biraz mevzuat insanın farkındalığını arttırabilir, “lan ne saçmasalak bir ülkede yaşıyorum” gibi mesela.

Ya o kadar yazı var aklımda, valla da var, ama yazamıyorum. Yazmam için biraz araştırmam biraz da içini doldurmam gereken şeyler var. Ama bir yandan da sınav var, o zaman biraz daha sınav için kitaplar okuyalım ki geçtiğimde gerçekten “bir kitap okudum hayatım değişti” olsun.

Her gün beyin denen organı geliştirmek lazım. Mesela her gün aynı yoldan gitmeyin falan diyorlar ya her geçen gün yeni bir şarkı dinlemek, yeni bir tat denemek ya da mesela yeni bir tablo görmek lazım azizim. Mesela Hieronymus bakalım biraz.

Bu adam 18. Yy. da eserleri şeytan vs. nedeniyle tiksindirici bulunmuş. Oysaki günümüzde tam da bu nedenden ötürü sevilmekteymiş. Ahanda ben. Cidden bu yüzden bu tablolar incelenir. Şimdi bu adamı Google dan arattığınızda karşınıza çıkan ilk sitelerden birinde (İstanbul sanat evi) “bizim için oldugu kadar, Bosch’un çagdaslari için de pek çok tabloyu yorumlamak, simgelerin çesitliligi ve anlatimin kaypakligi yüzünden olanaksiz gibidir. Belki Bosch gizli bir tarikata bagliydi, böylece üslubu ancak bu tarikat üyeleri tarafindan anlasilabiliyordu.” denmiş.

Tarikat, deyince aklıma enigmalar, tuhaf kutsal amaçlar, kimse tarafından bilinmeyen apaçık gerçekler ve Dan Brown geliyor. Buradan hareketle Tom Hanks de geliyor ne yalan söyleyeyim ama bunun konumuzla bir ilgisi yok.

Bence Hieronymus’la ilgili de komplo teorili bir kitap yazsa fena olmaz. Kim bilir adam neler yaşadı haberimiz yok, bir Leonardo gibi ünlü değilse ne yapsın adam?

Bu Hollandalı Rönesans temsilcisi ünlü ressamın tablolarına bakarken şöyle bir şey fark ettim ki adamlar bizim zamanımızın değer yargılarını ve algılayış biçimini çoktan aşmış aslında. Yani biz giderek geliştiğimizi, uçlaştığımızı düşünürken geçmiş döneme baktığımızda giderek düşüşte olan bir skalamız olduğunu itiraf etmemiz gerek.

Yani o zamanki insanların zeka seviyeleri bizden aşağı değildi bence, sadece çamaşır makineleri yoktu.

Üstte paylaştığım Hieronymus’un Kıyamet eseri. Bu eseri ilk In Bruges filminde gördüğümü saklayacak değilim. Eserlerinden bir kaçını daha altta paylaşıyorum. Zaten isimlerinde yazdığı gibi kendi çevirimler “Kabusuma Hoşşgeldinizz beaa” ve “Dünya Lokumları Bahçeleri oh mis.”

“Dünya Lokumları Bahçeleri oh mis.” Sol taraftaki cehennem, sağ taraftaki cennet figürüymüş efendim


ve kabusuma hoşgeldiniz...




Da Vinci "Eserleri içimdeki katili uyandırıyor" demiş. Onu haklı çıkartacak bir başka eseri, vaadedilen cennet, ahmaklar cenneti:




Biraz da olsa rahatsız olduysanız görev tamamlanmış demektir.

23.06.2012

Takılabiliyorum


Sevgili Deeptone ve Kuulumsu Kadın beni takıntılar konusunda mimlemiş, ben de hemen mimimi yapıp, üzerimdeki yükümü atıyorum.

Şimdi öncelikle benim her ay belirlediğim takıntılarım var bunu da iş arkadaşım buldu. Efendim her ay düzenli olarak bir şeylere takıyormuşum, misal geçen ay hangi parfümü alıyım, aldıktan sonra nasıl koktu mu, kokuyor mu, iyi koktu mu, odanın kokusu değişti mi diye psikopatça bu kokuya takmıştım. Öncesinde operaya gideceğim neye gidiyim nasıl gidiyim diye 1 ay boyunca uygun opera aradım ve lakin bulamadım gerçi. Yeni gruplar bulup, delicesine kliplerini falan izliyorum ama bu da bir ay falan süren takıntılardan…
Hayatımı etkileyen genel takıntılarıma gelince,

* Pek çok kişide gördüğüm tam ve buçuklu saatlerde ders çalışmaya, işe-herhangi bir şeye başlama takıntısı. Saat 13:30 da yemek yiyeyim, saat 21:30 da derse başlayayım, daha 21:14 buçuğa kadar müzik dinliyim vs. gibi.

* Cümledeki yazım hatalarını bulmaya takıntılıyım. Aaa de da yı yanlış yazmış, yalnız değil yan-lız yazmış vb. Gerçi bu çoğu insanda oluşmaya başladı. Türkçemiz dil kullanma kabiliyetimiz açısından yararlı olsa da zaman zaman gayet itici olduğunu kabul etmek gerek. Kendimi züppe Fraiser ya da menüdeki yazım hatalarını bulan Ted Mosby gibi hissediyorum bazen. Bilmem iticiliği anlatabildim mi?

* İnsanlara takıyorum bazen. O da beni düşünüyor mu? Bunu böyle böyle demişti o zaman neden öyle demişti falan şeklinde.

* Uyurken kesinlikle, kati bir biçimde sessizlik-sıfır ışık olmasına özen gösteriyorum. Bu nedenle kapkalın perdelerim var odamda.

* Sabah kalkar kalkmaz kahve içiyorum, kahve takıntım var. Mesela derse mi başlayacağım, hemen kahve içiyorum bir tane. Başka bir şey içmiyorum. Kahve candır ;)

* Çok tatlı yiyorum, özellikle hastaysam tatlı yiyim iyi gelir düşüncesi var hep içimde. Ay bir tatlı yiyelim kendimize gelelim insanıyım. Açken özellikle ilk önce tatlı yemek istiyorum hep. Bir de bunalımdaysam kendimi yemeye vuracaksam, asla tek çeşit abur cubur almıyorum. Cips, tatlı çikolata-bisküvi falan alıyorum ki tatlı bayınca tuzlu o bayınca tekrar tatlı yiyebileyim. Bu gibi durumlarda midemin elastikiyeti sonsuza gidiyor.

* Otobüslerde evet cam kenarı diyenlerdenim…

* Bazen kaldırımda yürürken eğer biri açık biri koyu olacak şekilde taşlar dizilmişse ille koyu olan kısma sağ ayağımın gelmesi gerekiyor. Bu ciddi bir takıntı olabilir işte. Çünkü sol ayağıma denk geldiğinde uyuz oluyorum. Bir mantıklı açıklaması da yok. Ayrıyetten eğer soba, ateş karşısı bir yere oturacaksam mutlaka bu sağ tarafıma gelmeli. Sağ tarafım sol tarafımdan daha sıcak olmalı hep, sıcaklık hep o tarafa vurmalı. Ay bu takıntı değil manyaklık olabilir…

* Kakül seviyorum, takıntı olabilir.

* Sevdiğim insanları face te profillerini sürekli takip halindeyim. Arada açar bakarım yani napıyorlarmış ne ediyorlarmış diye. Öyle haberim olsun yani, gözüm üzerlerinde…

* Beğendiğim insanların normal profillerini de inceliyorum : ) Profilden fotoğraf çeksem güzel olur mu diye. Eğer profili güzel çıkıyorsa tamamdır, o insan yeterince estetiktir benim için.

* Bir de bununla bağlantılı, çevremdeki kötü gözüken hemcinslerim nasıl daha güzel olurlardı diye düşünüyorum. “Şimdi bir beş kilo verse, saçlarının rengini açtırmalı, topuklu ayakkabı-kot tarzı giyinse… Olur olur, çok şukela olur” şeklinde.

* Ve zayıflık takıntım bu bitmek bilmez iştahıma rağmen var. Bir türlü zayıflayamıyorum hep ondan. Zayıflama eşiğinde, aşırı zayıf ünlülerin fotoğraflarına bakıyorum, beni motive etsin diye işte takıntı.
Ki hayatımdaki en büyük takıntı bu.



Böyle mi gözüküyorum? Yok canım hiç sanmıyorum :)

20.06.2012

Tatil Fotoğrafları, Yaz Planları, Zayıflama Esiği Falan


Blogumu başından beri takip edenler bilir, etmeyenlerse hiiiiiçç kusura bakmasınlar, kendilerini kınıyorum. Şimdi ben son 4-5 aydır yemelerime ara ara bir dur deyip, kendimi frenleyip 4-5 kilo vermiş durumdayım. Yazın dibine gelmişken kilo vermeye çalışmak çok kasış oluyor azizim. Bunları da işte bunları tüketerek yaptım hep. Bir de adam gibi et ve sebze yedim. Yani normal yemek yemeyle kilo veriliyor çok egzantirik mango yaprağına, somon kılçığına, yosun sarmalarına gerek yok. Normal zayıflama formülü taze fasülye, bamya, bildiğin anne tavuğu menüleriyle de gayet oluyormuş.




Şimdi malum bir sınava gireceğimden de tatile nasıl gideceğim, nasıl yapacağım bilemiyorum. Yani elim kolum bağlanmış durumda, sinirlerim gergin, gözlerimde akmaya her an hazır yaş damlaları bulunuyor. Bildiğin gergin ve bunalımdayım.

 
Ama etraf boş durmuyor ki, hayır normal normal evde otursam kimsenin kalk gidelim demeyeceği şu yaşam döngümde bu yıl etrafımda 1500 tane plan yapılmış durumda. Yani henüz yapılı olmasalar bile herkes hazır ve nazır en azından.







Normal hayatımda derken biraz haksızlık ettim zira son 2 yıldır çok şön tatiller yapmaktayım, misal yurtdışı eğilimlerim aşağıda fotoğraflarla gösterilen…

Ondan sonra kışın bile gezdim hatta yetmedi.

Soğuk yere gitmemek lazım insan yedikçe yiyor…

Ondan sonra en son geçen yaz da şöyle şeyler yaptık mesela…




Şimdi bütün bunları bir kenarda mix edersek bu yıl nasıl bir tatil yapmalıyım? Yapmalı mı, yapmamalı mıyım? Yoksa hiç uzatmamalı mıyım?  

Ne yapayım?

19.06.2012

Baya Bir Öncesinin Mimi


Sevgili Zihnin Arka Sokakları bana bu mimi Mayıs ayında yollamıştı, bana haber vermese de ben gördüm tabii ki. Ama bir yoğunluk nedeniyle şimdi cevaplıyorum, cevaplıyım ki elimden çıksın bu mim ;)

1-Blog deyince aklına ne geliyor?
Blog deyince aklıma kişisel site geliyor, pek bir şey gelmiyor ya. İnsanların belirli bir konu üzerinde yazdıkları yazılar vs.

2-Sence bloglarda en çok neler paylaşılıyor?
Genelde depresyon, mutsuzluk tarzı şeyler. Ama daha eğlenceli, başından geçenleri anlatan yazılar da var, bunu bir kliple, şarkıyla, fotoğraflarla renklendirenler de var. Bu tarz yani…

3-Paylaşımda bir sınır olmalı mı?
Hayır.

4- Sence neyi paylaşırsa bir insan aşırıya kaçmış olur?
Kendini çok fazla deşifre etmezse daha gizemli bir hava olduğuna katılıyorum, ama kendini tanıtması aşırıya kaçmak değil bence. Öyle bloglar da var takip ettiğim, bilmem onun da ayrı bir havası var.

5- (Başka bir) Blog yazsaydın ismi ne olurdu ve hangi konularda yazardın?
Başka bir blog aldım zaten ama yazamıyorum. Konusunu da söylemeyeceğim buradan.

6-Benim blog yazarlığım hakkında ne düşünüyorsun?
Çok beğeniyorum tabi ki.

7-Blogumu takip ediyor musun, itiraf et :)
Zaten hemen her yazına yorum yaptığımdan takip ettiğimi anlamışsındır ;)

8-Bloguma 10 üzerinden kaç puan verirsin ve gelecek için bana tavsiyelerin nelerdir?
9 veriyorum o da hareket ettirdiğinde farenin ortaya çıkarttığı simler yüzünden. Dikkatimi dağıtıyor onlar benim ya. Bir tavsiye vermeyeceğim. Çünkü gayet güzel yazıyorsun. Geçen albüm yorumlarını okudum neredeyse hepsini, o kadar ne hissettiysen onu yazmışsın ki bayıldım. Arada yaparsan zevkle okurum ;)

Ben de buradan yazıp yazmadıklarını katırlamasam da
KavrukSusam ı mimliyorum.

18.06.2012

Bebeklerimin Katili Benim


Geçenlerde yazdığım ve çok sevdiğim bir şiirin artık aramızda olmadığını fark ettim. Çok, çok üzüldüm… Çünkü bilgisayarım format yemişti ve kurtarabildiğimiz bilgilerin arasında eski yazılarım olmadığını da tek kayıtlı yer olarak ilk yazdığım defteri attıktan sonra bu durumu fark etmem, artık benim için geri dönülmez bir yola girdiğimi gösteriyordu. Resmen geçmişe Niyazi diyorlar, mis gibi şiirim de Niyazi oldu.

Herkes şiir paylaşıyor bloglarında ben de kendi şiirimi paylaşacaktım ve gerçekten beğendiğim bir şiir olacaktı bu, öyle ki beğenmeyen birisi olduğunda kabahati asla eserimde değil karşımdakinin anlayışsızlığında bulacaktım. Bu kadar da kendisine güvendiğim bir şiirimdi. Bazen çok yetenekli olabiliyorum.

Ne yapacağım peki ben şimdi? İşte bazı şiirler gibi insanları da çöp kutusuna atıyoruz, sonra bulamıyoruz.

Hayatın bir “Geri Dönüşüm Kutusu” olmalı. Yazalım bunu bir kenara, hoş oldu.

Ben de eğlencesine kendi katlettiğim bebeklerimin fotoğraflarımı koydum bu yazıya. Bebeklerle kurduğum güzel, entrikalı, evli, çocuklu ama haşin dünyamı kendi kendime mahvettim de geriye bunlara benzer kırıntıları kaldı. Bunlar da dünyamın sembolleri olsun. 


Bu arada ilk koyduğum fotoğrafta oynanmamış hali de gayet korkunç olan bu palyaçomun, fotoşopla iyice Pennywise’a benzemesine ne demeli? Korkarım palyaçolardan ben. 
Neyse işten çıkmam lazım, yarına görüşürüz… 

15.06.2012

Bowie

Bir çift david bowie alıp david bowielerden birini öbür david bowienin tepesine tutturmak sonra ilk iki david bowieden üsttekinin kollarının her iki ucuna da bir başka david bowie iliştirirmek ve bu yaptığımı kirli bir plaj elbisesine sarmak isiyorum. Diye bir şey var yani...

Bu aralar deli gibi her şeyi bilen hintli cin oynayıp, adamlar bulduruyorum manyak mıyım, boş muyum, depresyonda mıyım bilmiyorum. Sizler için geliyor Bowieciğim, Zihin ayrıca senin için.


Boring

Ve hayat ellerimin arasından kayıp gidiyor. Sadece git-gellerden oluşan bir yaşam biçimi oluşturdum son zamanlarda ve bundan hiç memnun değilim; ne bu yaşam biçiminden ne kendimden...




Yüzyıllar gibi gelen yalnızlığım nedeniyle çeşitli çevrelerden insanlarla tanıştırılıyorum, hepsi istisnasız gerizekalı çıkıyor. Yok, cidden normal olanı çıkmadı tanıştırılanlardan bunu istisnasız söyleyebilirim, örneklendirsem siz de anlarsınız, hatta bazılarını anlatırken utanıyorum, niye utanıyorsam. Sanırım düştüğüm durumlardan.
Bana dolaysız yollardan gelenler ise gayet iyi insanlar aslında onları da neden sevemiyorum bilmiyorum, böyle elektriklenme olmuyor sanırım, herhalde yani… Çok net bir şey söyleyemiyorum. 
Kadın kısmısı çok “takılamıyor”. Hele belli yaştan sonra… 90 yaşıma geldim oradan biliyorum gibi, nasıl bir lafsa “belli yaştan sonra” boring! 
Dur takılabileceğim biri var ama bugünlerde aranıp soruluyorum kendisi tarafından, bir takılıp geleceğim… Ne demekse.  
Herkes yanımdan geçip giderken birini kollarından tutup sarsıp “gör beni!” demek istiyorum. 
Sanırım hayatın sıradanlaşması, diskoların, barların, deniz manzaralı restoranların, sevimli sıcak cafelerin, çok sıkıştığınızda gittiğiniz suları kesik devlet dairesi tuvaletleri gibi gözükmesi; içtiğiniz white chocolate mochanın, biranın, tekilanın, süslü-püslü kokteyllerin, white russianın, buzlu soğuk çayın tadının hiç susamadığınız halde sıcak havada içilen su tadında olması; Dior, Chanel, Armani, Hermes çantalarının Pazar filesi hissiyatı vermesi; merakla beklenen tatil planında deniz-kum güneş ya da antik yurt dışı kentleri fikirlerinin güneş kremsiz Sahra çölü çadırı izlenimi vermesi, çok özlediğiniz arkadaşlarınızı büyük bir buhranla arayıp konuşacak hiçbir şeyiniz olmadığını fark etmeniz ve konuşmanın giderek bayıcı bir hal alarak sona ermesiyle ortaya çıkan bir durum. 
Geri dönüşü de yok. 
Neyse moral moral moral lazım bana.
Sınavdan sonra 180 derecede değişmek değil umudum belki 200 santigrat derecesinde ısınıp buharlaşabilirim.
Öperim :*

13.06.2012

Geç Kalınmış Madonna Yazısı


Herkes Madonna konserimin nasıl geçtiğini sormuş blogumda ve harici yerlerde, ay canlarım benim, heyecanımı çok mu belli ettim ne?
Yıllardır içimde kalan Madonna sevdasını çok iyi yaşayamadım açıkçası, bir bana mı öyle oldu acaba? Zaten konseri önlerde izleyemememin ve sahneyi tam net olarak göremememin acısı içime oturdu, yalan değil. 
Ama bunun dışında ya ben bu yeni parçalarını sevememişim, asıl onu anladım :/ Böyle bir Vogue çaldı bir Human Nature çaldı ya, nasıl mutlu oldum hele zaten sanırım en çok destek aldığı parçası da Like A Prayer’dı. Kesinlikle birkaç şarkı değiştirilerek kusursuz bir playlist oluşturulabilirdi.



He ben bunları böyle değerlendiriyorum da Madonna’nın kendisine göre değerlendiriyorum tabi ki. Yoksa genel olarak bakıldığında muhteşem ötesi, 3d bir şovun içindeydik. Ama ben o 90’lı yıllardaki maskülen kıyafetlerle dans etsin istedim hep, yalan değil ;)


Neyse bir heyecan işten 12 gibi izin alıp çıktım, arkadaşlarla güya 4te buluşacakken 5te buluştuk, ben de bu esnada Madonna konserine hem enerji olarak hem de bant ıvız zıvır olarak hazırlanmış bulundum.

Madonna Bantı satan amca, nasıl çekmişim ;) ve tabi ki de enerji gerek :)


Ve tabi ki enerji gerek ;)



Sonra toplaşıp baya bir Madonna hanfendiyi bekledik, sonrada plastik tabakalara oturduk.



Sonra çıktı baktım “aa ben hiçbir şey göremiyorum!!”, sonra gerilerden izledim biraz dediğim gibi sahneye tam hakim olma babında.

Ayrıyetten Madonna Express Yourself’le Lady Gaga’nın Born This Wayini karıştırıp bir şarkı söyledi biliyorsunuz. Sonunda da çoğu kimsenin bahsetmediği bir laf sarfetti “she’s not me” ay buna ne gerek vardı yahu şimdi?!! Şu insanlardaki yeni Madonna olma çabasını zaten anlamıyorum, yeni olmaya çalışıyorlar ama kadın hala yaşıyor ve hala aktif bir şarkıcı, Cem Yılmaz’ın demesi gibi dikkat etmek lazım tahta o varken oturmak gibi. Olmaz öyle bişey Madonnacığım kasma sen kendini.


Like a Virgin kompozisyonu sağlam olmuştu.
Çıkışta da manyak kalabalık…




Bu gözler bir Madonna konseri gördü en azından, hep koskoca Madonna gelmişken, statta olmayıp nerde olcaktık allasen??



6.06.2012

Madonna Mesela?


 OUOOO yarın Madonna’ya gidilecek

Yıllardır delisi olduğum hatunu görücem.

Yüzsüz bir arkadaşım Doritos’tan V.I.P bilet kazandı, biz de mal gibi para verdik ahahahaha yine de sevindim canım benim.

Yarın Madonna biletiyle fotoğraf çekilip face gibi binimum sosyal paylaşım sitelerine fotoğraf koymam lazım, sona X – ben – arkamızda dinleyici topluluğu, Y-ben-dinleyici topluluğu, Z-Y-ben dinleyici topluluğu gibi fotoğraflar çektiricez ki görmemişliğimizin ispatı olsun.

Ama görmedik yani, yalan mı şimdi?
Öperim, hem de çok fena!


2.06.2012

Mutluluğun Formülü Çok Mu Açık?


Efendim konu mutluluksa o bir ikon, o gökteki en uzak yıldız, o kaybettiğimizde anladığımız, o ellerimizde çok az bir süre kalan, sonrasında kayıp giden, sonrasında tekrar yakaladığımız, her yakaladığımızda daha sıkı sıkıya bağlandığımız daha fazla kıymet verdiğimiz ama her seferinde daha az elimizde kalan…


Allahım yareppim, Orhan nasıl ama nasıl böyle bir dize yazabilirsin, nasıl dünyanın en mutsuz kişisinin romanını yazıp ona da böyle bir cümleyle başlayabilirsin?

Peki neden mutluluk neden hep bize mutsuzluk getirir? Her gidişinde biraz daha, her gidişinde daha fazla… Mutluluk sen bize bunu yapmaya mecbur musun?

Ahh yağmurlar içime içime yağıyor bense mutluluk anlatıyorum peki o zaman…

Kuulumsu hanım sabah kahvaltısıyla başlamış ben de kahvaltıyla başlıyım. Benim için mutluluk güzel bir gecenin kritiğini yapabileceğim, dostum olan biriyle kalktığım, yalnız kalmadığım lezzetli bir kahvaltıdır efendim.







Sonrasında dinlediğin güzel bir müziktir

Ve okuduğun seninle bütünleşen, sana bir şeyler katan bir kitaptır.











Arkadaşlarınla karma bir grup olarak yediğin yemektir. Sohbettir o yemeği güzel kılan, sana enerji verir, yalnız olmadığını hissettirir, seni çoğaltır, büyütür, geliştirir, güzelleştirir.

Ama bazen de dağıtmak mutlu eder insanı, dağıtıp tekrardan daha manalı bir bütün oluşturmak lazım gelir bazen. Ve bu leş halimi de severim ben!


Yalnız olmuyor azizim, mutluluk demek yanında biri olması demek, ama o birisinin senin “eş”in olması demek biraz da.
Sonra onunla bakmak demek dünyaya…






Mutluluk benim için deniz demek, deniz benim için masumiyet demek, temizlenmek demek, özgürlük demek, “iyi ki varım”, “iyi ki yaşıyorum” demek. Benim için deniz şükretmek demek; sahip olduğum her şey için, hatta sadece yüzebildiğim için… İyi de yüzerim bu arada ;)



Ben diyorum ki başarı da gerekiyor bazen, hayatta ilerlemek de gerekiyor, çünkü hiç durmuyor hayat, başarmak gerek. Mutluluk biraz da gelişmek demek…

Yani o sınavları geçmek demek, sınavdan sınava koşmak demek, kapasitemiz var ki koşturuyoruz di mi ama?!

Mutluluk demek gezmek demek, başını alıp gidebilmek demek… Bu da benden olsun, gezdiğim bir yerden olsun istedim, oricinal olsun. İşte bulanık ben.



Böyle fit oluyoruz ya bir dönem, iyi oluyor yahu… Bir kotun tam fit olması, mutluluk budur!


Daha benim için değil ama beklentim. Bunlar olsa hayat bence daha anlamlı olur, mutluluğun da canı cehenneme, bunlarsız olmaz ki ama :(














 Ve böyle bir anne olsam çok şön olur bence :))



Bir de demiş ki Hepburn “Paris iyi fikir hacı, hadi kalk gidek”

Ama yalnız olmaz


Ya mutluluğun tanımı çok zor kimleri mimlesem bilemiyorum ama bence anlamlı bir soru, anlamlı bir yazı oldu.
Ve Kuulumsu kadın, ne olur hayat mutlu olduğumuz anların kıymetini bildirsin ve mutlu olduğumuzda bunun bilincinde olalım. 

Teşekkür ediyorum sana…

1.06.2012

Mayıs Da Bitti Mesela


Mayıs bitmiş yaa neden söylemiyorsunuz?
Nasıl bitti geçti ben anlamadım, bana kötü geçti ya size nasıl?

Şöyle bir keyif sigarası yakıp, böyle yarı dertli - yarı her şeyi çözmüş bir edayla boş boş oturasım var, ama sigara kullanmıyorum işte, bu nedenle geriye boş boş oturmak kalıyor. Sigarasız etrafa her şeyi çözmüş yaralı bir ifadeyle bakamıyorsunuz.

Bu dünyada kadın cinsi için 2 şey var arkadaşım, sigara ve sakız…
Sigara ister misin?
Yok kullanmıyorum
Sakız?
Onu da!

Bu arada “Sigara?” sorusuna istisnasız “kullanmıyorum” diyorum. Çok hoş di mi? Sakız çiğneyenleri anlayamıyorum, çenemi ağrıtıyor, susatıyor. Sakız neden var allasen?


Melek olsaydım böyle olurdum bence…
Yani şu halimden bir sigara fazla.
Güzel kapak.
Haziran güzel geçsin n’olur ya.