Yani böyle bir şarkı vardı ve kitleler bununla yıllarını geçirdi, gençliğimizi yedin be Tarkan.
Nice üstatlar, divalar, efsaneler geçti ama senin yanında hepsi k*çımın kenarı bir nevi.
10 yıl sonra dinlesem şu şarkıyı yine zevkle dolarım, beynim öyle yıkanmış. Ay lav yu canımın içi.
Yu ar dı best :)
Ps: Tarkan'ı yolda görsem Tearrrrkeaaaaaan diye bağırabilirim. Hepimiz insanız sonuçta, kimse mükemmel değil.
24.08.2012
20.08.2012
Güneşi İçine Alan Keyif Kadını
Laaaannn açılın çok boş
bıraktım ben buralarııı...
Şarkıyı açalım efemmm...
Moral büsbütün 3. Yıldızını CMAS’tan kapmış profesyonel dalgıçlar gibi diplerde sürünse de yemin ederim güneş, su, yanma,ten rengi değişimi spor insanın endorfinini salgılatıyor, sağıyor hormonları bildiğin mal mal boş yere motive olmuş oluyorsun, ne ayak bu? Soruyorum ne AYAK?
Ben normalde küfreden biri
değilim efenim, küfür bile ağzımda kibar duruyor, walla çok kibarım anlamadım.
Mesela höhöyttleiyorum, kimse kadın tarzı hitap etmiyor bana öyle bir havam
var. Annemden kaptığım, onunda annesinden kaptığı 3. Nesil Zuhal Olcay havası…
Hoş ama walla hoş şimdi bu konuda alçak gönüllülük yapamayacağım. Oysa ki
içimde bir kamyon şöförü herif yaşıyor. Benim içimde yaşayan kamyon şöförü
ancak Levent Yüksel’in Zalim klibindeki “kamyoncu” kadar olsa da ne yapalım o
da bir çeşit herif ve ter kokuyordur muhtemelen, naif ama şöför. Öyle bir şey.
İçilimde gay olabilecek kadar naif bir kamyon şöförü yaşıyor diyelim.
Ya umarım şarkıyı dinliyorsunuzdur,
ben yazarken dinliyorum mesela.
Bu şarkıda kadın ve erkek
farklı tonlarda söylüyor ya yani ikili ses var ya işte ben böyle şarkılara
bitiyorum. Aslında erkek vokalli grup olduğundan erkek kısmının sesi melodi olarak baz alınsa da nakarattaki en can
alıcı kısım olan “but i would bare it all broken just to fill my cup” kısmı
kadın vokalin hakimiyetinde. Ben söylerken kadın vokali takip ediyorum burayı
da çığırarak söylüyorum, bununla eğleniyorum… Yani, ne var? Komik mi geldi? Çok
mu komik?
Mesela Something Stupid de var
böyle 2 sesli, o da muhteşem bir parça ama ardı ardına dinlemeyin, bok gibi
olur. Dinlediyseniz belki Travis’in “Love will come through”u buna uygun
olabilir.
Allah’ım en sonunda rengim
vampirelladan normal insan ten rengine döndü ya walla bir sağlıklı gözüküyorum,
bi’ gürbüz oldum bi’ maşallah bana oldum yaaa, taş gibi oldum yemin ederim.
He ben asıl ne yazacaktım,
anneme bir Lana Del Rey Blue Jean klibindeki suda yatan tarzı fotoğraf çektirdim,
ya yemin ederim anlıyorum bu işten, instagramda en çok "like"lı fotoğrafım oldu.
Hafif erotik gibimsi olduğundan sosyal paylaşımlara koyamıyorum ama bakın eğer
saçınız sudan çıktığını anında kafanıza yapıştığından ve tabi doğal olarak lana
gibi takma kirpik ve hat sanatının bir örneği gibi duran eye linerınız
olmadığından malak gibi çıkıyorsanız poz şu şekilde!
Lan Lana sen işini biliyosun,
öptüm seni ;) Ben size deniz, havuz ve sairlerinde nasıl fotoğraf çekileceğinin taktiğini verdim daha ne istiyorsunuz? Hem daha bayramın bitmesine bir gün var...
Neyse ben gidiyorum daha da yanıcam ou yeahh…
Neyse ben gidiyorum daha da yanıcam ou yeahh…
12.08.2012
Evren kaysa yanımdan dokunmadan bana
Mesela insanın yaşlanınca eğer evlenmeyip, tek kalırsa
geri kalan hayatının nasıl olacağını tahmin edebilmesi de önemli.
Eğer giderek yalnızlaşan bir
hayatım olursa büyük ihtimal kendimi kariyere adayıp otomatikleşmem gibi
geliyor bana.
Ya da hepimizin bellediği çok
kedili kadınlardan biri olamam… Hayvanları eve hapsetmeyi bencillik olarak
görüyorum, ki aman aman hayvan sevmememe rağmen -ki bu aklımda olan tamamen
başka bir yazının konusu…-
Önümde 2 seçenek var, ya benim
gibi bekar arkadaşlarımla arada bir buluşup eve gittiğinde ağlayan insan olmak…
Ya da –ki ilkinin sonu da buna
varıyor büyük ihtimalle- kendine hayali hayatlar kurup bunu yaşayan, zaman
zaman kendine zarar veren, şizofrenik bir tip olmak.
Geçen gün arkadaşımla
konuşurken “evde oturup kendi hayatımı daha mutsuz nasıl yaparım diye mi
düşünüyorsun allasen?” sorusunun devamında ikimiz de bu kanıya vardık. Erkek
mantığı kendisi olayı daha hafife alırken ben içten içe doğru olduğunu
biliyorum.
İnsanın hayatının çok daha
fazla mutsuzluklarla dolu olduğunu hissetmesi basitçe pesimistlik olarak mı,
paranoyaklık mı olarak adlandırılır bilmiyorum ama içten içe bunun altıncı
histen kaynaklanan ve gerçeklik taşıyan bir düşünce olmamasını istemekteyim.
Kaldı ki bunun sebebinin sadece tek olmam değil, ilerde evlenirsem daha büyük
sıkıntıların beni beklemekte olduğunu da düşünüyorum bazen.
Yani aslında konu keşke
başladığım gibi evde kalmak olsa.
Hayatımın Sylvia Plath gibi
sonlanacağını, hatta aksinin mümkün olamayacağı hissini bir atabilirsem, yüzüme
karşı “sen hayatında hiç mutlu olamayacaksın” diyen şahsın karşısına geçip “ne
kadar mutlu olduğum yüzümden de okunmuyor mu” dediğim günü umursamayacak kadar
mutlu olabileceğim sanıyorum.
I would admire the
deep gravity of it, its timeless eyes.
I would know you were serious.
There would be a nobility then, there would be a birthday.
And the knife not carve, but enter
Pure and clean as the cry of a baby,
And the universe slide from my side.
I would know you were serious.
There would be a nobility then, there would be a birthday.
And the knife not carve, but enter
Pure and clean as the cry of a baby,
And the universe slide from my side.
10.08.2012
İstanbul'dan Ayrılsam Mesela?
Yollarda sıkılmış, bunalmış, nefes alamamış, çılgın kalabalığın dibindeki Missisgamze'den merhabalar efedim...
Bir önceki yazımda İstanbul’u çok seviyorum
demiştim değil mi? Aslında hala çok seviyorum ama
bir ksım görüşlerim değişmiş durumda. Artık sanırım biraz uzaklaşmak, bu şehirden ufak ufak gitmek istiyorum.
Çünkü çok bunaldım; gelmeyen
otobüslerinden, bitmeyen trafiğinden, upuzun yollarından, park yeri
sıkıntılarından, pahalı taksilerinden, hayatın pahalılığından, mesailerinin
uzunluğundan… Bu nedenle şehir aramaya
başladım, İstanbul dışında ülkemizde hangi şehirde bunalıma girmeden
yaşayabilirim?
Genel planlamama göre daha bir
yıl kadar buradayım ama yine de araştırmalarım sürecek. Şimdilik deniz kenarı
olmasını, sıcak olmasını, biraz sosyal olmasını ama çok kalabalık olmamasını ve
“ucuz” olmasını istiyorum.
İşin garibi gerçekten
gidebilirim gibi geliyor, böyle hayal gibi gelmiyor yani. Bu gerçekçilik biraz
ürpertiyor beni.
Bazı seçenekler var tabi.
Gerçi Ankara’yı deniz yok diye direk eliyorum. Deniz görmeden yaşayamam geyiği
var ya, ama yani gerçekten yaşanmaz ki kardeşim. Yok deniz olacak bu biiirrr!!
Mersin, Çanakkale, Antalya
üzerine yoğunlaşırken durgunluğundan küçüklüğünden sıkılır mıyım diye korkmadım
değil.
İzmir dersen, İstanbul’a yakın
kalabalıkta ve pahalılıkta olabilir, bu nedenle emin değilim, yoksa tabi ki
olabilitesi gayet var.
Bursa da var mesela aha burada
haritada görebiliyorum.
Arkadaşlar ve özellikle şehir
dışı –İstanbul dışı- tecrübesi olanlar, bir yardım edin bir yönlendirin, bilgi
sahibi edin beni.
Ps: Aydın'ı da baya bir karalamışım ama o da seçenekler dahilinde aslında.
3.08.2012
Jai Guru Devaaa OMMMM
İlk girdiğim derste, üstümü
çıkarıp eve giderken tek bir şey geçirdim içimden “Anladım yoga ve ben farklı
dünyaların insanıyız”. Çünkü ben vücudumu inanılmaz esneteceğim, dayanıklılığımı
arttıracağım, bir Madonna-bir yoda olacağım, bir haftaya kalmaz Astavakrasana (sekiz açı duruşuymuş efendim) yapacağım derken şu hareketi
bile zor yaptım. Tabi insanın morali oldukça bozuluyor.
Onu geçtim yoga sadece
bacaklarımı esneteyim, vücudumu geliştireyim sporu değil düşünceleri, hayata
bakış açısını değiştiren, vücutla düşüncelerin gelişimini sağlayan bir disiplin
olduğundan olaya tamamen adapte olmayı gerektiriyor. Hani spor amaçlı gidip “Şimdi
içinizden tekrarlayalım: İçimdeki gücü hissediyorum, içimdeki gücü seviyorum”
tarzı şeylerle karşılaşınca insan bir garipsiyor. Tekrarlıyım derken moda
giremiyorsun, gülesin geliyor, çok da yadırgadım acıkası, şimdi yalan
söyleyemeyeceğim.
Ben böyle tuhaf hissiyatlar
içerisinde eve girip de “ya anne olaya bak ahahah” falan derken annem ve
babamın yoganın zaten buna benzer bir şey olduğunu, içimdeki karmaşık duyguları
ancak bu şekilde dizginleyebileceğimi, o bize dedirttikleri şeylerin de bir
zaman sonra daha mantıklı geleceğini, hareketleri haldur huldur değil
hissederek yapmam gerektiğini falan duyunca bir tuhaf oldum. Acaba onlar benim
gerçek anne ve babam olmayabilirler mi? Dedim.
Tüm bu şüphelerimi bir yana
bıraktım ve yogaya devam etme kararı aldım. Dedim “Sen mi büyüksün ben mi?!” Şimdi
işten vakit bulduğum sürece yogaya gitmeyi planlıyorum ama şu denge problemimi
bir çözemedim. Bunun için anne kişisinden yardım almam gerekiyor, sanırım
dururken tüm hatlarımın düz, başımın fazla eğik ya da kalkık olmaması
gerekiyormuş, öyle bir şeyler yani, çözmem lazım.
Ayrıyetten yapılan yoga
ortamının havuz kenarında kenarda gördüğünüz fotoğraftakine benzer bir yer olması,
akşam ve dolunay eşliğinde yapılması da çok otantik oldu. İstanbul’da işten
çıkınca böyle bir ortam yakalayacak çok bir yer olacağını sanmıyordum açıkçası.
Bari yazken böyle açık havada yapabiliyorken doyasıya yapayım dedim ben de.
Eyyy insanlarrr sözüm olsun,
bu yogayı hayatımın içinde bir yerlere sokup, o “hocam çok güzel bir ders oldu”
deyip hocayı alkışlayan kadından daha sevgi dolu olacağım. İşte bu bloğa da
yazıyorum :)
Yok o kadar olamam da, bu yoğunlukta bir yerden başlasak kardır herhalde, umarım.
Her neyse…
Ne diyelim May the force be
with you!
1.08.2012
Bazen
Bazen gerçekten canım istemediği
halde abur cubur yiyorum, bunun nedeni belki de çocukluktan kaynaklanıyordur
emin değilim.
Bazen, aşk bana çok çözülemez
geliyor, bir türlü olamıyorsun sonra olunca çok şiddetli geçiyor,
sarsılıyorsun. Sonra bitince ya da geçince de etraf sessiz sakin olmuyor.
Geriye bir yıkım kalıyor. Oysaki ben aşk ve aşk çevresindeki hayatın “It’s oh
so quiet” şarkısındaki gibi olmasını isterdim.
Bazen diyorum ki gitmeliyim,
bazen diyorum ki ilerlemeliyim, bazen diyorum ki sabit kalayım-kökleneyim,
bazen diyorum ki kuş gibi özgür olayım. Yine de sabit ve köklü bir insan mizacı
yapıma daha uygun ama bunun hoşuma gittiğini söyleyemem.
Bazen hayatın kaosunun bir
dengeye ulaşması için politik davranmak, siyasi düşünmek, belki siyasete
atılmak aklımdan geçiyor. Sonra da diyorum ki “sen öyle bir insan değilsin.”
Tek isteğim All you need is love diye dünyaya haykırmak oluyor bazen, sonra bu
da belki temelsiz bir iddia deyip vazgeçiyorum.
Clark Gable efsanevi filminde
demiş ki "Frankly, my dear, I don't give a damn"
Bence gayet samimi.
Bazen diyorum ki
bazen değil “bazan” mı?
Bazen diyorum ki
eski şarkılar daha güzeldi. Yani cidden bunu çok insan diyor, işin kötüsüyse
klişe bile değil düpedüz gerçeğin kendisi. Mor ve Ötesi’nin bile eski şarkıları
ne kadar güzel. Şu an “daha mutlu olamam” çalıyor mesela. Bakıyorum, harikaymış
gayet. “Aşk bitti, aşk aptallıktı” kim bilir bunu söyledikten sonra kaç kişiye
daha aşık oldu diye düşünüyorum.
Bazen düşünüyorum,
bolca üzülüyorum, çoğu zaman endişeleniyorum, ender seviyorum.
Bazen bize 4
mevsimi de en şiddetli şekliyle yaşattığı için İstanbul’a şükran duyuyorum. Ne
karı özlüyoruz, ne yağmuru, ne sıcaklığı, ne rüzgarı… Bazen lanet okuyoruz ama
içten içe biliyorum ki birinden birini, bir yılda, normalden az yaşasak deli
gibi özleriz. Alışmışız bir kere.
Bazen diyorum ki
“İstanbul sen ne güzelsin öyle!”
Bunu bazen
demiyorum, trafiğe takılmadığım her dakika diyorum.
İstanbul çok
güzel, İstanbul’u seviyorum.
Bazen diyorum ki
keşke arkada alkışlayanlardan değil de önde mücevherlerini şakırdatanlardan
olsam. Bu yaşıma kadar halktan oldum, belki süper zengin olma vaktim gelmiştir,
he ne dersiniz?
Bazen diyorum ki
“are you talking to me?!”
Bazen diyorum ki
“offf”, bazen diyorum ki “pofff”
Ama mesela bazen
“acaba?”, ya da “keşke” diyorum da, bunları bak dememek lazım işte. Bunları
bazen de demeyeceğim.
Bazen diyorum
pozitif mi düşünsem? İşte bu nedenle tüm kişisel gelişim kitaplarını alasım,
OSHO’yu yalayıp yutasım, Krishnamurti’den dersler alasım geliyor. Hani güç
içten gelir diyorlar ya bir de “may the force be with you” diyorlar ama
ikincisinin konuyla pek alakası yok.
Bazen diyorum
“arasam?” bazen istiyorum “arasa!”
Casablanca’da
deniyor ya “play it, play as time goes by” ve ben hala o filmi izlemedim.
Ingrid Bergman da hoş bir kadın bence.
Bazen de diyorum
ki bazı anlar daha uzun olmalı, upuzun olmalı, hayatımı sarmalı, bırakmamalı.
Mutlu anlar bence hep daha uzun olmalı, bazen mutlu olunmamalı, sık sık mutlu
olunmalı ama hep huzurlu olunmalı.
Huzur iyidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)