12.08.2012

Evren kaysa yanımdan dokunmadan bana


Mesela insanın yaşlanınca eğer evlenmeyip, tek kalırsa geri kalan hayatının nasıl olacağını tahmin edebilmesi de önemli.

Eğer giderek yalnızlaşan bir hayatım olursa büyük ihtimal kendimi kariyere adayıp otomatikleşmem gibi geliyor bana.
Ya da hepimizin bellediği çok kedili kadınlardan biri olamam… Hayvanları eve hapsetmeyi bencillik olarak görüyorum, ki aman aman hayvan sevmememe rağmen -ki bu aklımda olan tamamen başka bir yazının konusu…-

Önümde 2 seçenek var, ya benim gibi bekar arkadaşlarımla arada bir buluşup eve gittiğinde ağlayan insan olmak…
Ya da –ki ilkinin sonu da buna varıyor büyük ihtimalle- kendine hayali hayatlar kurup bunu yaşayan, zaman zaman kendine zarar veren, şizofrenik bir tip olmak.

Geçen gün arkadaşımla konuşurken “evde oturup kendi hayatımı daha mutsuz nasıl yaparım diye mi düşünüyorsun allasen?” sorusunun devamında ikimiz de bu kanıya vardık. Erkek mantığı kendisi olayı daha hafife alırken ben içten içe doğru olduğunu biliyorum.

İnsanın hayatının çok daha fazla mutsuzluklarla dolu olduğunu hissetmesi basitçe pesimistlik olarak mı, paranoyaklık mı olarak adlandırılır bilmiyorum ama içten içe bunun altıncı histen kaynaklanan ve gerçeklik taşıyan bir düşünce olmamasını istemekteyim. Kaldı ki bunun sebebinin sadece tek olmam değil, ilerde evlenirsem daha büyük sıkıntıların beni beklemekte olduğunu da düşünüyorum bazen.

Yani aslında konu keşke başladığım gibi evde kalmak olsa.

Hayatımın Sylvia Plath gibi sonlanacağını, hatta aksinin mümkün olamayacağı hissini bir atabilirsem, yüzüme karşı “sen hayatında hiç mutlu olamayacaksın” diyen şahsın karşısına geçip “ne kadar mutlu olduğum yüzümden de okunmuyor mu” dediğim günü umursamayacak kadar mutlu olabileceğim sanıyorum.



I would admire the deep gravity of it, its timeless eyes.
I would know you were serious.

There would be a nobility then, there would be a birthday.
And the knife not carve, but enter

Pure and clean as the cry of a baby,
And the universe slide from my side.

15 yorum:

  1. Bu genel düşüncelerin değildir umarım bi anlıktır diye düşünüyorum, mutsuz edebiliyosan kendini mutlu da edebilirsin bence :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyle mi diyorsun, pek başarılı olamıyorum ama... Sanırım spora devam etmem gerekli, kendim için bir şeyler yapayım ;)

      Sil
    2. Yap tabi hiç durma bende yapıcam :)

      Sil
  2. 100. Kişiye bi hediyeniz olacak mi Gamze Hanım ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 100. kişiye ödül beni takip etmesi olacak :))
      Bilmiyorum belki anca bir mutluluk yazısı olabilir :)
      Hakkınızda da yeni haberler duyduk erol bey, umarım daha iyi olmuştur, inşallah her şey daha güzel olacak sizin için...

      Sil
  3. Hayat dediğin şey çok istenilse de planlanamıyoru maalesef :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. planlamadan ziyade bazı insanlar bir şekilde mutlu olmanın yolunu buluyor, sanırım onu yapmabilmek lazım.

      Sil
    2. Reçeteyi yazıyorum Gamze;

      "Albert Camus-La mort heureuse" Ben bu kitaba hayranım.

      Sil
  4. Sakın Virginia Woolf okuma derim. Belki biliyorsun, kendisinin şiddetli bir hayranıyım ve diyebilirim ki "kadın pesimistin önde gideni". Hele bir de "Mrs.Dalloway" ve "To the Lighthouse" kitapları.. Özellikle ikincisini okurken ağlayasım geldi zaman zaman. Çünkü mutluluğun bizlerden çok uzakta olduğu gerçeğini yüzüme tokat gibi yedim o kitabı okurken. Ben de sürekli sonumun Woolf gibi olacağından korkuyorum; ama tam da o anlarda aklıma Camus geliyor ve hayatımı kurtarıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya Zihin ben Virginia Woolf hiç okumadım açıkçası, sadece isim olarak ve intihar ettiğini biliyordum, hatta şimdi senin yorumunla kitaplarına ve hayatına bir göz gezdirirken izlemediğim The Hours filminin de kendi hayatını anlattığını öğrendim -evet o ara baya bişeyler kaçırmışım demek-.

      Şimdi ben Camusla ikisini de okumak istedim ama, bu şey gibi oldu "sakın o kırmızı düğmeye basma!"

      Bize kesinlikle yapmamamız söylenen şeyleri inatla yaparız ya onun gibi :)

      Sil
    2. Kendi halinde bir Woolf hayranı olarak şunu öneririm sana; The Hours filmini "Mrs.Dalloway"i okuduktan sonra izle. Çünkü ancak o şekilde film anlam kazanıyor. Yoksa birçok detayın farkına varılmadan geçilip gidiliyor :)

      Camus'yü kesinlikle öneririm; çünkü o adam bana hayatın gerçeğini anlattı. Açamadığım birçok kapının ardında yatanı gösterdi bana. Ona minnettarım.

      Sil
  5. "mutluluğun formülü çok açık; bir sen bir ben bir de bebek" diyerek iğrençleşirsem bana kızmazsın di mi? hatta anla halimi yani. okurken daha da düşündüm. ayrıca ben de hayvanları sevmiyorum pek :( yani karşıdan falan köpek seviyorum bi :) oof yoga da mı mutlu etmiyo??
    ilerde mutlu olucağımız günler dilerim şekerim.
    öperim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yogaya gidemiyorum ki kuulumsum, işte İstanbul yoğunluğu, trafiği...

      Yok yok her geçen gün alttaki yazımdaki fikrimi daha bir savunuyorum, daha da gidesim geliyor gerçekten. Bir sen bir ben bir de bebek mi hımm aslında olabilir yahu, bence gayet mutlu edebilir ;)

      Sil
  6. aslında şu ev fikri fena değil sonu ağlamak da olsa :)

    o değil de umutsuz olma. bence çok mutlu bi hayatın olucak!

    YanıtlaSil