25.08.2013

To Do ?! List


Şu yaşıma geldim bir “to do list”im olmadı. Hayatımda en fazla to do luk 2 kavram oldu: Zayıflamak ve kariyer. Oysaki sanırım bunlar mutlu ve tatmin olmak için gereken araçlar. Hep derler araçları amaç yapmayın diye,  sonra biz de böyle “tırt tırt laflar etme” dercesine sallamayız ya yapmamak lazım. Ya da yoksa sallıyor musunuz be aslında, bi sallamayan ve mutsuz olan ben miyim?!
Neyse yine şükürler olsun çok parlak bir kariyerim var, böyle parlement mavisinden! Ama bir yurdum kadınının kendi kişisel idealindeki zayıflığa ulaşması imkansız olduğundan bu konudaki çalışmalarım halen devam ediyor.
Neyse mesela bazen millet yazıyor bakıyorum to do listleri bu şekilde
1)      Barcelonaya git
2)      Bugee Jumping yap
3)      Rafting yap
4)      Fransızca öğren (ay bu en tırtlarından hele bence)
5)      Kokain kullan (yahu bunu kimse yazmıyo açık açık ama olabilitesi var aslında)

İşte aklıma çok başka şeyler de gelmedi. Bunlar yazılır mı ya? Bunlar da ne?! Zaten 2-3 ünü yapmışım, oturup yazmadan da yapılıyor yani nedir?


Bu arada örnek bir to do listi olan varsa göstersin lütfen, kopya çekicem J

9.08.2013

Bayram Tatili


Bir önceki yazımı yazalı tam 19 gün olmasına rağmen yazım yeteneğimde en ufak bir gelişme yok, yazma yeteneğimi kaybettim so wtf?!
Hayatımda ilk defa kendim kullanacağım arabamla şehir dışına çıkmayı planladığım çetin günün akşamında ne olur ne olmaz diye yazımı yazıyorum. Adjdhdfjhdsjhf

“Aklına kötü şey getirme gamze, aklına kötü şey getirme…”
Yanıma tomtom nevigeytır aldım, benden coolu, benden havalısı ve benden garanticisi yok. Şehirlerarası yol dediğin dümdüz otoban, sağı yok solu yok, ara sokağı yok, ters yönü yok… Ama neme lazım, otobandan çıkışı kaçırmak da pek acı, pek kederli olabiliyor. Bunu göze alamadım baby o yooo…
Tabi arabayı kullanmanın sandığım kadar cool olmadığını anlamam yaklaşık “3,57” saniyemi aldı.

“abur cubur alsak mı, yolluk hani?!”

“sen araba kullancaksın ki yiyemezsin”

“ : (((“
Sonra aklıma hiç instagram için fotoğraf ve video çekemeyeceğim geldi

“: ((“

Yolu seyredip hayallere dalmak o da yok ve bir

“: ((“ daha...

Sanırım bu tatilin de amacı “yapabilir miyim” şüphelerimden bir tanesinin daha üstünü çiziktirmek.

Tatil için en über dekolteli en saçma ve hiçbir yerde giyemeyeceğim kıyafetleri aldım. Tatilin bir güzelliği de bu işte. Tabi buna Fethiye tatilimde, tatil öncesi alışveriş yapmadığımdan gayet paçoz gezip, yazın ortasında bir sürü şort-elbise alıp giyemememin de iç burukluğu eklenmedi değil. 

Gerçi siz Fethiye tatilimden bi habersiniz, onu da gelince artık…

21.07.2013

Akıldan Kalbe Dünyadan Cennete


İnsan uzun zaman yazmayınca sonradan yazmak isteyince de ne yazacağını bilemiyor açıkçası.

Öncelikle son zamanlardaki bu direniş yüzünden ben ve benim gibi yüzlercesinin olduğunu düşündüğüm genç nesil daha bir gündem takip eder olduk, hatta gündem yaratır olduk. Bu uyuşmuş zihinlerimizin hareketlenmesi ve üzerinden atamadığı rehaveti gidermesi açısından çok güzel oldu, ama yine benzine zam geldi, yine binlerce ağaç yok yere kesildi. Politikayı ve bizi yöneten ve bizi bu şekilde yöneltilmek zorunda bırakan bu sistemi çözmek ve bu olanlara bir dur diyebilmek o kadar zor ki. Ancak yine de sanırım hiçbir zaman seçilen bir temsilcinin sonradan kendisini tanrılaştırmasını ve seçmenlerinin de giderek onu tanrı gibi görmeye başlamasını anlayamayacağım.

****

Hayatımda hep farklı tarzdan insanlarla yan yana yaşamak, komşuluk yapmak ya da çalışmak zorunda kaldım. Yine de bütün bu insanlarla iyi bir uyum sağladığımı düşünüyorum hem de kendi yaşam stilimi saklamak zorunda kalmadan. O kadar çok yargılıyoruz ki insanları, o kadar soluksuz bir şekilde o kadar yoğun bir biçimde yargılayabiliyoruz ki bu bence giderek sağlıksız bir hal almaya başlıyor bir zaman sonra.

Bazen tüm bu geçici gündemin dışında kalıp daha derin şeyler üzerine düşünmek istiyorum. Yalnız mevcut kapasitemle ideal bir cennet, ideal bir dünya nasıl bir yer olurdu hayal bile edemiyorum. Ucundan kıyısından bir fikrim bile yok. Özellikle baktığımda insan dünyası topraklarda bize vaat edilen cenneti dünyada oluşturmaktan çok uzağız ve bunun nedeni de cennette sınırsız kaynak dünyada sınırlı kaynak olması değil bence maalesef. Kıt kaynaklardan ziyade geniş egolar ve insanoğlunun ruh yapısı olarak hatalı üretimi bunun nedeni.

Ve bence daha iyi bir dünya için bir tanrı eli şart.


5.05.2013

Size Annemi tanıştırayım; Fridevs Hanım


"Ayyy aynı Bihter'sin" dedi annem. Zenginlik görünce içimdeki entrikacı kadın uyanıyor.

Bayadır yazamadım, özlediniz beni değil mi? Bu haftanın ortasında yeni işe girmenin neden olduğu, heyecan, kaygı, korku, panik havası kendini yavaş yavaş sükunete bırakıyor. Gerçekten çok yavaş bir şekilde yalnız… Bu iki iş değişimi arasında boş kaldığım küçücük bir arayı da annemle paylaşarak geçidrim. Kendisi hafta sonları müsait olmamasından mütevellit sadece hafta içleri aksiyona girebiliyoruz ne yazık ki.

Aslında Beltur gibi şirketlere karşıyım ancak annem Malta Köşkü’ne daha önce gitmiş ve çok beğenmiş olduğundan yine gidelim isteğini kıramadım ve beraber Malta Köşkü’ne doğru yola koyulduk. Ancak gittiğimde gerçekten hiç ama hiç pişman olmadım. Böyle güzel bir yer olamaz! Artık kına-nişan-neyim varsa tavsiye edilecek listemdedir burası :)

Neyse sonrasında da baya bir sahilden yürüyüş gerçekleştirdik, İstanbul turu yaptık resmen. Ondan sonra da karnımız çok acıktı bir de tatlı keyfi yapalım dedik. Bu mutlu günün de pahası biçildi, 182435 kalori :)

Zengin olsam kesin bunalımlı aristokrat görüntüsüne sahip olurdum ya da olmak için kasardım. 

Şu avizelere bayılıyorum, yani ilerde kendi evim olduğunda salonuma bunun ufaltılmışı, minik şaaşalı bir avize alacağım. Minimalizm de neymiş? He neymiş?


Kadının ruhu asil, ben turist gibi oraya ait olmadığımı her şekilde belli edecek pozlar verirken kadın gayet köşkü sahiplenmiş...


Ben de asil olacağım dedim ama yine olmamış gibi bir şeyler?!




Neyse sonra oturalım da bir şeyler yiyelim dedik. Her seferindeki gibi tavuklu salata-köfte arasında bir şey olmasın diye de epey hummalı bir çalışma içine girdik.




Tavuk olmasın dedik ama bıldırcın dolmasının içeriği epey güzel geldi bize. Biz de içi kurutulmuş meyvelerden oluşan bu bıldırcını yerken zevkten dört köşe olduk efem :)


Asıl plan bu mutancana idi. Mutancana kuzu etini balla ağır ateşte pişirerek yapılıyor. Normalde kırmızı et ve hele kuzu eti sevmeyen bünyeler olarak, buna ba-yıl-dık! Böyle lokum et yok. Ayrıyetten yanındaki keşkek de inanılmaz güzeldi. Afiyetle yedik.


İşte yürüdük yürüdük, az gittik uz gittik sonunda Sirkeci'ye vardık. Eminönü-Sirkeci yukarısı Cağaloğlu benim her gün gitsem sıkılmayacağım yerlerdendir. Denetim alanında çalışırken de yolum sıkça düşerdi buralara. Bayılırım, çok garip bir havası vardır. Bazıları "ay ne kalabalık" şeklinde tepki gösteriyor ama ben kalabalığını bile seviyorum. O kalabalıkla ben de kalabalık oluyorum. Nasıl bir şey ifade edemiyorum tam ama kalabalıklar içinde yalnız olmadığım, yalnız olsam da hissetmediğim yerlerden.

Eğer arada kendimi bulmak ve dinlemek, içimdeki "ben" e ulaşmak için uzaklaşmak istersem ve o vakti bulursam, Tibet'e kasmam gerekmeyecek. Eminönü'nde 1 saat oturmak kafi :) 

Neyse işte dedik ki tatlı yiyelim, annem daha önce burayı görmüş çok enteresan tatlıları var dedi. Ben de normalde sirkeci'de o tren istasyonunun yanındaki yerleri hep es geçerim. Meğersem nasıl güzel bir manzarası, nasıl enteresan tatlıları varmış! Ay iki tatlı yiyelim, ağzımız şenlensin dedik, önümüze menü yerine katalog geldi.

Tatlı kataloğu

Bir de bu katalogda tatlıların hepsi yok bile! Biz gittik yine baklava-muhallebi yemeyeceğiz en enteresanından ne varsa onu yiyelim düsturunda olduğumuzdan böyle garip garip iki tatlı aldık. İlkinin üstü limon ve portakal aromalı altı pirinç unundan muhallebi tarzında bir tatlı. 2.si ise altı çikolatalı puding, ortada kabak tatlısı üstlerinde ceviz ve onun üstü gülsuyu aromalı jölemsi bişiydi efendim. 



Tatlıcının gayet renkli manzarasıyla sizi baş başa bırakıyorum. Yalnız şöyle bir gözlem+tavsiyem olacak. Ne zaman böyle mekanlara gitsem hep turistlerle dolu oluyor, yani İstanbul'un en güzel yerlerinde, bizim en özel tatlarımızı deneyen, keyfini çıkartan hep turistler oluyor. İstanbul'da yaşar ve İstanbul bizi bu kadar yorarken, trafiğiyle osun, kalabalığıyla olsun; lütfen onun bize bahşettiği muhteşemliği kaçırmayalım. Zaten ne kadar istesek de yetişemeyeceğimiz kadar çok zenginlik mevcut. Azar azar başlamak lazım. mutlu pazarlar...



24.04.2013

İş Değişikliği, beni terk mi ettin?

Şu fotoğrafı çekip, instagrama koyduktan sonra ne zaman baksam aklıma bu şarkı geliyor. Madem öyle şarkı eşliğinde okuyalım.


Benim için yine yeniliklerin dönemine girdim, iş değiştiriyorum tekrardan. Öyle bir rutin oldu, 2 yıldan fazla bir iş yerinde kalmadım, az da olmadı hep bir 2 yıl dayanıyorum sonra başka maceralara… Bilmiyorum bu seferkinin akıbeti ne olur, pişman olur muyum, kafamı taşlara vurur muyum, derbeder olur muyum? Bunlar hep aklımda soru işareti olarak neonlu bir şekilde yanıp sönüyor. Batmandeki Riddler karakteri gibi bir karakter var kafamda ve soruları sadece ruhumu huzursuz etmek için soruyor, cevapları önemsediğinden değil! Bir de böyle apar topar, beklenmedik bir anda, uzuun uzuun iş görüşmelerine gitmeden olunca daha da bir afallıyor insan.




Dukan diyetimi bilenler biliyor, daha bir ay bile olmadı ama istediğim forma kavuşmuş durumdayım. Tabi ki de bozmak niyetinde değilim ve değildim de ama geçen gün ailecek gittiğimiz balıkçıda tamamen tahrip ettim diyeti. Sonra ertesi gün de koşa koşa spor salonunun yolunu tuttum, kulvarlarda terör estirdim.  Neyse ki vermeye devam ediyorum ama bu kadar koşturan kim olursa olsun verir zaten.
Yeni işe girerken maaş, şartları vs sorma alanına yeni bir bölüm ekleyip, maaş+ssk+yol+dukan yemekleri? Yapabilir miyiz acaba : ) veyahut “Ya iyi güzel söylüyorsun da şirket yemekleri ve politikası dukan diyetine uyuyor mu acaba?” diye sorsam nasıl bir tepki alırım mesela. Ki bence önemli.
Annem kilo alırsam beni döveceğini söyledi açık açık. Yani her ne olursa olsun diyete, yeni iş yerinde de olsam, stresli de olsam, Alaskada’da olsam, Safari’de av peşinde de olsam devam edecekmişim. Hayır, düşünün doğal ortamda aç bil aç kalsak ve şans eseri yemek bulacak olsak “ya ceylan eti biraz yağlı oluyor da, tavuk yok muydu buralarda?!” ya da “ya balık tutsaydık keşke” falan demem gerekecek. Allah biliyor ya o ortamda bile kilo almayı başarırım ben, “ya hacı bu Hindistan cevizleri de pek gözel oluyor, yiyorum yiyorum bıkmıyorum” şeklinde. Allah vere de tropikal bir ormana düşmeyeyim. Yoksa muz, ananas ne bulsam yerim. Bulduğumu yerim yani.

Geçen işte uçuyordum, şimdi başka yere uçuyorum heyyy yavrum heyy nasıl da geçiyor günler :(

20.04.2013

A Change May Be Just Around The Corner



İnsan hayatındaki değişiklikler bazen korkuya, endişeye, paniğe ve telaşa neden oluyor. Hani bazen kendiniz için daha güzel olacağını bildiğiniz için bir değişiklik yaparsınız ama bu diğer insanların üzülmelerine neden olur ya, böyle bir kararsızlık yaşarsınız. Yok, aslında yaşamazsınız çünkü ne istediğinizi bal gibi biliyorsunuzdur ama bir sızlanma olur ya hani böyle işte bu duyguyu yaşamaktan nefret ediyorum.



Ama değişiklik nasıl da güzeldir, nasıl da demiş Woody Allen. Hepimiz bazen değişiklik istiyoruz işte ama o istek gerçekleşince de muhakkak bir şeyler yarım kalıyor. Hiç “tam istediğimiz gibi” olmuyor. O yüzden hayatta değişiklik isterken bunların getireceği zorluklara da hazırlıklı olmak lazım. Keşke küçükken olduğu gibi topu annemize atabilseydik : (



Bir de bu sıkıntılı süreçte kendimi yemeye vermekten korkuyorum. Elim sürekli bir şeylere gidiyor hep sonradan bırakıyorum. Bu konuda azimliyim ama şu an mutlu değilim kesinlikle.

Sonra içimde milyonlarca ses geliyor tabi ki, bazıları olumlu, bazıları olumsuz. Benim iç sesim çok konuşur ve kafam da her zaman karışıktır. Hatta her şey stabilken bile kafamı karıştırabilme yeteneğine sahibim. Yani yandaki açıklama benim için çok doğru, doğduğu güne herkesinkine "çekici-gizemli-soğukkanlı-anaç" gibi tanımlamalar yapan astrologlar benimkine kafası karışık demiş. Yani aşağıdaki kız içimde sürekli benimle aynı şu aşağıdaki fotoğraftaki gibi konuşuyor. Eminim ki onu ipucu kalmadan öldürebilirim... Yakında.

Konuşan iç ses Gamze'yi takdim edeyim.

Neyse bu cumartesi cumartesi kafanızı şişirdim değil mi, hem benim ne işim var ki evde, neden düşünüp duruyorum ki, bilmiyorum. Mutlu hafta sonları size. Bir de benden tavsiye, çok düşünmeyin.

19.04.2013

Gamze'den Kamu Spotu Niyetine: Saçlar

Bir kadının en tehlikeli olduğu zaman saçlarının tamamen düzeldiği, yeterince uzadığı, uçlarının olabilecek en iyi şekilde sağlıklı olduğu ancak hayatında hiçbir değişikliğin olmadığı dönemdir. Çünkü o dönemde her sağlıklı ve toplum baskısıyla evrilmiş kadın, bu değişikliği ilk olarak saçında arayacaktır.

Durun sevgili bayan blogdaşlarım, o tuzağa düşmeyin! Acaba sarı mı yapsam, sarı abartı olur acaba gölge mi attırsam aralara, gölge de belirsiz olmasın şimdi karamel mi yapsam, kızıl aslında yüzüme renk getirir, beyaz tenliyim çikolata kahvesiyle bi renk mi gelse… Falanlar filanlar… İşte bu benim hayatım boyunca düştüğüm en büyük hatalardan biridir. Yanlış sevgiliye kapılmaktan daha büyük felaket, söylüyorum bakın. Çünkü yanlış erkeğin acısı 2 ayda geçerken, saçları benim gibi ince ve geç uzayan birinin sarıdan kendi rengine dönmesi 1 yıl rahat sürüyor. Yanlış tercih erkek olduğunda her aynaya baktığınızda onu görmezsiniz ama saçınızı görürsünüz. Bildiğin düz kadın Gamze’yim bu konuda Sami’ye de rakibim. Ama gerçek yalın ve apaçık ortada : )

Yıllardır saçımı, kısa, küt, erkek kesim, sarı, siyah, kızıl, kırmızı-bildiğiniz-, çikolata kahvesi gibi türlü renk ve modelle şenlendirmiş, çıtçıt da kullanmış, kaynak da taktırmış bir insan olarak sizi bu muhteşem güneşli ve en sonunda baharımsı havada uyarmak istedim.

Yine de tavsiyelerim var tabi ki

Kaynak: 2 yıl kullandım, bir zararını görmedim. Çok doğal duruyor, yıkarken sabah kalktığınızda çıtçıt gibi tekrardan takmaya uğraşmanıza gerek yok. Ancak bir zararını görmedim derken, çıkarma aşamasında tabi ki de saçınızı yıpratıyor, biraz da yoluyor. Kaynağı saçını sarıya boyatıp, yakan sonra da kendi renginde uzatmaya karar veren ama yıprandığı için uçlarından kestirmek zorunda kalan insanlara tavsiye ediyorum. Bir de saçlarınız çok dalgalı olamamalı. Sonra o yolukluk açılmaz saçlarınız kesilir falan filan bana kızmayın. Ama dediğim gibi düz-hafif dalgalı saçlarda bunalıma girmeden saçları uzatmanın altın yolu. 

Saçların kaynaklı hali










Aşk Alevi: Kolestonun bu rengi ne tuhaf, nasıl alımlı, nasıl ben burdayım diyen bir renktir. Hayatımda kızılın kahverengileşmediğini gördüm ve belki tabanda ilk olarak bu kızılı kullandığımdan sonraki hiçbir kızıl boya akıp, kahverengi olmadı. Saçın cinsiyle de alakalı olabilir.


 

Çıt-çıt: Bunu alın evde bulunsun, hele ki saçlarınız cılızsa… Düğüne derneğe gidecekken dalgalı modele bir de hacim katmak istiyorsanız mükemmel oluyor. Hem de bukleler düşmüyor, saç formunu koruyor.

Sarı-Platin: Bunu direk yapmayın, yani yapmayın, hele saçınızda boya varsa, sanki suluboya karıştırırmışçasına siyah üstüne sarı boyayla bildiğiniz saçta yeşil rengi elde edebiliyorsunuz. İnanılmaz yaratıcı değil mi…

Ya aslında son söz olarak üst paragrafı okuyun diyorum. çünkü saçlarınızın ve kendinizin en güzel hali, doğal hali...

16.04.2013

Pretty Little Liars

Bugün işteyim ama işim gücüm yok ben de size izlediğim diziyi anlatayım istedim. Aslında dizi anlatmayı izlemeyenler için bir şey ifade etmeyeceğinden sevmiyorum ama günde 2 bölüm izlemezse ölecek hastalığına yakalandığıma göre anlatmam gerektiğine karar verdim.


Bu dizi 30’larında liseye giden 4 kız hakkında. Yani dizide 16 yaşlarındalar ama gerçekte yaşları 25-27 aralığında. Kıyafetler ona keza. Yan yana gelsek birlikte şirket toplantısına girsek hoş geldiniz Müdüre Hanım derler yani öyle bir kartlık. Her neyse…

Her şey bir cinayetle başlıyor. Dizinin başrollerindeki 4 kızı toplayıp, kendi arkadaş grubunu oluşturan Alison; aslında psikopatın önde gideni, şantajlar, tehditler, milletin sırlarını öğrenip bunları kullanmalar, ohooo biri bin para, işte bu kız ölüyor dizinin başında. Ölüyor ama öldüğüyle kalmıyor, kızlara bir de sapık bırakıyor. Kızlar bu Alison öldükten bir süre sonra sonu “…-A-“ ile biten mesajlar alıyor. Bu mesajı atan kim veya kimlerse, bu kızların hatta bu kızlar dışındaki pek çok kişinin epey bir sırrını biliyor ve sürekli bunları koz olarak kullanıp kızlara ve hatta kasabadaki diğer kişilere abuk sabuk şeyler yaptırıyor. Çoğunlukla iş hayati tehlike boyutlarına dahi geliyor.

Dizide kıyafetler ve kızlar güzel, biraz da gizem unsuru olduğundan ilk 10 bölümü soluksuz izledim ama 2. Sezonda ve şu an izlediğim 3. Sezonda yer yer sıkıldığım baydığım, “yine mi aynı şey” dediğim çok oldu. Genelde eleştiriler de beni destekler nitelikte. Tabi konunun ilerlemesi için inanılmaz mantık hataları ve kızların inanılmaz tedbirsiz gerizekalılıklar yapmaları bolca var. Ama her şeyi uygun yapsalar şu anda dizi 5. Sezon anlaşmasını kapmazdı. Evet, bu sırrı öğrenmek için önümüzde gereksiz yere uzatılmış 2 sezon var.


Şimdi gelelim dizinin karakterlerine…

Spencer






Bu kız dizinin en akıllısı. Hayır, genel kültür ve eğitim açısından akıllı ama pratikte de akıllı. Yeri geldiğinde ablasından, erkek arkadaşından, babasından, manavdaki teyzeden bile şüpheleniyor. Öyle aa o benim şuyum, aaa bu böyle demek yok. Tam bir şüpheci… Mesajları kim atıyor, pis şeyleri kimler planlıyor bunu öğrenmek için her yolu deniyor. Bir yandan da derslerinde başarılı olmaya çalışıyor. Hani Amerika filmi klişesi “kızım Harvard’da hukuk okumalı” baskısı ailecek bunun üzerinde de var. Bölüm ve okulu uydursam da başarı baskısı bolca var yani.
Kıyafetleri genel olarak bizim Tansu Çiller ile sıradan liseli kız arasında gidip geliyor. Esasında inanılmaz güzel bir vücut yapısı ve çok karakteristik yüz hatları var. O nedenle bazen basit ama şık bir kıyafet giydiğinde ben bile “Vaay olmuş bu” diyorum. Ses tonu ve mimikleri de çok doğal. Sevgilisiyle yakışmıyorlar ama, bence tabi.

Hannah





Bu kız aslında moda düşkünü ve yüzeysel olarak tasarlanmış bir karakter ama bence içlerinde en düşünceli ve empati dehası bu kızda var. Modadan, giyinmekten anlıyor; bazı gerçekleri pat pat söylüyor diye bu zavallımı “aptal sarışın kız” lanse etmişler. İlerde değineceğim bazı karakterler bence bunun tırnağı olmayıp eline de su dökemezler.
Hanna dizinin en güzel giyinen kızı. Hatta direk en güzeli de bence. Hafif bir tombulluğu olsa da ben ne giyse yakıştırıyorum. Gerçi bazen iri bazen gayet fit duruyor ben de anlamıyorum ama vücut yapısı demek gerçekten böyle ki karakteri öncesinde şişman bir kız olarak oluşturulmuş. Hanna, Alison öldüğünde zayıflıyor, güzelleşiyor ve popülerlik olarak onun yerini alıyor. Ama aslında bir yer alma olayı değil, sadece güzelleşiyor o kadar. Entrika falan çevirebildiği yok yani. Bu kızın özel hayatı bence en iyi olan. Başına gelmeyen her ne kadar kalmasa da sevgilisiyle bunu pek bir yakıştırıyorum. “Ay Allah tamamını erdirsin kızzzz!!” diyeceğim geliyor. Çok tatlı ve özverili…

Emily






Dizinin bu ilk iki kızdan sonraki son iki kızını sevmiyorum. Emily, oldukça güzel, hafif melezimsi, yüzücü bir kız olarak dizide arz-ı endam ediyor. Kıyafetleri tarzı gayet gösterişsiz, rahat ve spor. Ama o sporcu güçlülüğü, kararlılığını maalesef ki barındırmıyor. Emily’nin lezbiyen olması onun tek enteresan yönü diyebiliriz. Gerçi bunu kendine ve ailesine kabul ettirmede oldukça başarılıydı ama ondan sonrasında ilişkilerinde bir istikrarsızlık, bir hep benim peşimde koşulsunluk görmedim değil. Naz, kapris, böyle yandan yandan süzmeler. Ayyyy git saçını başını yol Emily’nin. Hep bir ikna edilme gereksinimi var bu kızda. Bir şeyi de otursun, düşünsün kendi kendine karar versin, evet doğru olan bu desin yok. Allah’tan şanslı kız ki normal kız arkadaşı olanlar da sevgilisi olan kızlar da iyi ve yol göstericiler ki bu da doğru yolu bulup bir şekilde kazasız belasız bir yerlere varabiliyor.
Gerçi A bu kızla da çok uğraştı, kızın yüzücülüğünü elinden aldı evet bu baya bir kötü oldu. Bunun dışında dizide epey üzerine gidilen karakterlerden. Zaten ölen Alison bile fark etmiş. Sen en zayıf halkaydın diyip duruyor. Bu garibim de inkar safhasına bulaşmadan “hihi evet yaa ben zayıfımdır biraz^^” şeklinde tepkili. Bende o boy, pos, arz-ı endam olsaydı, o okuldaki herkesi inim inim inletirdim :P

Aria






Ayy bu kız, iticilikte son nokta. Bu ve sevgilisi Ezra iticilikte master degreeler. Bir de bilmiş bilmiş olgun tavırları var, insanı inanılmazzz rahatsız ediyor. Yüzü de bir tuhaf kızın, kaşlar yüzün yarısını kaplıyor zaten, gözler desen güzel ama ifadesiz, dudaklar güzel ama bütünde bir güzelim ama iticiyim de ifadesi mevcut. Çene mi artık, burun mu, yoksa mimikleri yüzünden mi anlamadım. Vücudu da miniminnacık, aslında bana yakın, ama o kıyafetlerle bir tuhaflaşıyor Aria değil alienlaşıyor gözümde. Bir de dizide de böyle bir tuhaf ağırlığı var, hani bir bilmişliği bu bilmişliğin temeli de yok. Yani zayıflık olarak bence Hanna’dan ya da Emily’den farklı değil ama daha bir hürmetteler buna sanki.  Bu Dawson’s Creek’teki Katie Holmes nam-ı diğer Joey’de de vardı. Tüm kaşarlıkları yapıp masum ve erdemli sayılmayı başarabiliyor. Gerçi şimdi baktım pek fena gelmedi kıyafetlerle gözüme ama neyse siz izleyin, ilerleyen zamanlarda tekrar konuşuruz zaten : )

****

Dizinin 3. Bölümünün de sonlarına yavaş yavaş yaklaşırken hemen hemen 1 ayda sil baştan başladığım bu diziyi, genel olarak tavsiye ediyorum. Siz de izleyin ki böyle konuşalım tartışalım. İyi izlemeler…

Dukan Amca İle Zayıflıyoruz :)


Yaz demek deniz demek, sahil demek, kumsal demek, daha ince kıyafetler giymek demek, artık kiloları saklayamamak demek, medyanın-diyetisyenlerin-ünlülerin milyonlarca diyetlerinden kendimize en uygununu seçip de bunu nasıl uygulayacağımızı düşünmek demek.

Ben de size yardımcı olması açısından 21. Günümde olduğum Dukan diyetinden bahsetmek istiyorum. Çünkü ben bir diyete başlarken öncelikle diyetin kendisinin tanıtımından çok uygulayanların şahsi bloglarını ya da forumlarda yazdıklarını okumayı tercih ediyorum. Yalnız forumları okurken genelde “yeni başlıyorum sonucu yazıcam” tarzı yazılar okuyup, o sonucu göremediğimden kendim sonucunu bekledim yazmadan önce.

Şu an üniversite kilolarıma dönmenin ve istediğim her bir şeyi giyebilmenin çılgın sarhoşluğu içerisindeyim. O nedenle gerçekten özellikle bloğunu severek okuduğum ve diyette olduğunu bildiğim bazı arkadaşlarım için yazıyorum bu yazıyı.

Öncelikle Dukana harfi harfine uydum. Uymadığım kısımlar bu 21 gün boyunca sadece 2 gün biraz diyet ketçap kullandım, bazı günler kahvaltımı yağlı peynirle yaptım açıkçası, 2 gün de dışarda olduğum için yağ oranı epey güzel mis gibi mangal köftelerden yedim ve genelde bir bardaktan fazla süt içiyorum. Yani diyeti sadece tek öğünde ve abartmadan bozarsanız tabi ki de sonuç veriyor ancak bunların dışında hiçbir şey yemediğimi de söylemeden geçemeyeceğim. Yani hiç meyve yemedim, ekmek tatmadım bile, yağ hiç kullanmadım, sebzeleri abartarak hiç yemedim –hatta hala korkumdan çok az sebze yiyorum itiraf ediyim :(, kuru kayısıdır, kuru yemiştir tek lokma bile almadım, tek lokma dahi çikolata yemedim –yazar burada ağlıyor-, iş için gittiğimiz misafirliklerde uzatılan lokumları kibarca reddettim ve şu an 48-49 kilo arasında seyretmekteyim. 

Demem o ki hafta içi kasıp hafta sonu bozarak kilo VE-RİL-Mİ-YOR. 


Maalesef ki eğer gerçekten kararlıysanız ilk kilolarınızı atmak için hiç bozmamanız gerek. Bu da kilosu benim gibi ya da en fazla 6-7 kilo olanlar için ortalama 1 ay kesintisiz bozmamak demek. Bilemiyorum belki Dukan değil de başka bir diyet yapsaydım ve bu kadar kararlı olsaydım yine verirdim ancak okuduğum kitaptaki şu söz beni inanılmaz disipline etti: 
Bir lokma, balona bir iğneyle yaklaşmaya benzer.  
Yani tüm diyetimi silip süpürecek o lokmaya karşı tuttum kendimi hep. Çünkü aslında bir lokmanın zerre bir şey yapacağını düşünmesem de her zaman 2. Lokmayı tetiklediğini biliyorum. Çünkü o 2. Lokmaları engelleyemediğimiz için hayatımız boyunca hep diyetteyiz zaten. O nedenle o iğne lafı beni inanılmaz ürküttü.

Daha ilerde de muhtemelen yazacağım ancak diyetteyken bizi bekleyen tehlikeler ve savunma yollarını bir söyleyeyim istedim.
Dışarıya da çıksam işte de olsam kahvaltı menüsü fiks :)



 “Yaaa ye Bir Şey Olmaz” Diyen Arkadaşlar

Olur kuzum, olur annem, yemeyin! Bunu diyen insanları bazen anlıyorum bazen anlamıyorum. Çok kilolu olan insanlara bile bu şekilde yaklaşabiliyor insanlar. Zaten orada kilolu olan bir insan varsa ve diyet yapıyorum diye yemiyorsa, kendi iradesiyle bir savaş veriyor. Sen de o savaşı kaybetmesine neden oluyorsun. Benim başıma diyetin ilk başında geldi. Kına-Düğün ve ertesinde arkadaşlarımla bir organizasyonum vardı. Yine her zamanki gibi “ye ye ye” tezahüratları eşliğinde inanılmaz destek gördüm. Sonra düşündüm ve bunu paylaştım ki eğer her birinde her tahrike uyup bir kere yersem diyetimi 3 gün bozuyor oluyorum. Ee böyle olmuyor işte. O nedenle bunu kendilerine de aktardım, ısrar etmemelerini istedim. Eğer ki kilonuz fazla yoksa ve insanlar sizi zayıf görüyorsa bu durum inanılmaz zorlaşıyor. Ama sizzz benim gibi az bir fazlalığı olup yine de veremeyenler! Böyle tehditlere gazlamalara gelmeyin ve yemeyin! 

Bunun için en güzel savunma aracını Dukan Amca bulmuş. “Bana dokunuyor” Eğer sağlıkla ilgili bir şey olduğunu söylerseniz, insanlar da ısrar etmeyi bırakacaktır. Ya da midem ağrıyor falan deyin, ben öyle yapıyorum bazen.

Kasış ortamlardan bir diğeri alkollü arkadaş toplantıları, efenim bunda da yapacak bir şey yok, içmiyoruz haliyle. Alkolün zaten kalori değeri yüksek ve vücutta su tuttuğu da bir gerçek. Moral motivasyonun alkolün su tutması sebebiyle ertesi gün terazide çıkacak fazladan 1 kiloyla bozulmasına izin vermeyin anacığım. Hem vücudunuz da biraz dinlensin diyet boyunca. Onun yerine diyet kola tüketin öyle bir ortamda. Kolalar hakkında da saçma sapan bir sürü teori olduğundan onları da çok içmeyin. Hem ne olduğu hem de etkilerinin uzun vadede ne olduğu belli değil, bunu da dozundan tüketeceğiz işte.

Acil Durum Tatlısı 

Geçenlerde annem muffin yapmıştı ama ben kendi yapabildiğim basit tatlıyı haftada 2’yi geçmemek üzere öneriyorum. Ancak ben bu 21 gün boyunca tatlı olarak bunu bir kere yediğimi de söylemeden geçemeyeceğim. 

Bir yk nişastayı diyetimiz öneriyor. Bu 1 yk nişastaya bir bardağa yakın light süt (0,1 yağ oranlı) koyuyoruz biraz karıştıyoruz ki top top kalmasın içinde nişasta diye, sonrasında ısıtıyoruz. Kıvamı muhallebi gibi olması gerektiğinden ısıtırken yavaşça duruma göre süt ekliyoruz. Bu ısıtma işlemi bittiğinde, tatlımız piştiğinde tatlı kaynar durumdayken 2 tablet tatlandırıcı atıyoruz içine –isteyen 3 adet ya da toz tatlandırıcı da kullanabilir- bunun eriyip homojen dağılması için tekrardan hızlıca karıştırıyoruz. Sonra küçük bir kaba koyup, üstüne tarçını döküyoruz. Buzdolabına koyup bekletip afiyetle yiyoruz :)

Bunun dışında Dukan ile ilgili diğer sitelere bakarsanız, inanılmaz yaratıcı tarifler göreceksiniz. Şu an sadece diyete başlayacaklar için gaz olsun diye yazdım bu yazıyı.  

Yaza fit girmeniz dileğiyle, öpüyorum :)

9.04.2013

Yakın Bütün Sinemaları, Sonra Oturup Kahve İçelim!




Kayıtlara geçsin diye söylüyorum bugün 9 nisan ve hava gayet yine rezalet. Yine diyorum çünkü 3 nisanda da böyleydi, 8inde de böyle, 9’u oldu hala... Hava durumuna bakıyorum 15 nisanda yağış var. Neler oluyor bilmiyorum. Bahar bu mu?!

1 fincan kahvenin 40 yıl hatırı olmasını biraz abartı bulsam da, Türk kahvesi ile yapılan her muhabbetin biraz daha samimi olduğu bir gerçek. Neden bilmiyorum ama çay gibi laylaylom, filtre kahve gibi film arkadaşı içeceği değil. Bu yüzden seviyorum bu kahveyi.

Emek Sineması da tarihin tozlu sayfalarına karışacak gibi duruyor. Biz böyleyiz işte, yeniliği(!) çok seviyoruz. Bu nedenle annemlerin “biz çocukken işte hep buraya gelirdik” dedikleri bir yer yok, genelde daha çok “eskiden burada şu vardı, biz de oraya gelirdik” tarzı cümleler kuruyorlar. Bazen Florya sahildeki restoranlara gidince, eskiden de buraya gelirdik gibi laflar dönüyor mesela, insan bir garip oluyor. Sanırım oraların da yıkılıp AVM olması an meselesi.

Aslında bence her yeri yıkalım, komple bir büyük AVM yapalım ülkemizi. Böyle hep residence olsun apartmanlar, bahçeler olmasın. Hatta sinemalar da olmasın, hep dizi izleyelim. Hatta diziler de olmasın hep reklam olsun, zaten reklamlar getiriyor ya asıl karı.

Reklamları konu yapalım dizi gibi, mesela Ayçiçek yağı “Şükriye Hanım hangisini kullanacak bilmemneyağı mı sananeyağı mı? Daha da önemlisi kullanırken yanında kim olacak Ahmet Bey mi, Mehmet mi?” Hani insanlar da dizi yapacağım bunu 3 saate nasıl uzatacağım diye düşünmemiş olur. Hatta hiç düşünmemize gerek kalmaz çok iyi olur yahu! Hem reklam, hem dizi!

Mesela artık AVMlerde de Türk kahvesi satılıyor. Aslında buna karşı değilim, Pazar payında yer edinsin ne güzel. Ancak sonra olacaklar korkutuyor beni. Belki de artık arkadaşlarca toplaşıp, kahve içme geleneği de kalkar, Türk kahvelerimizi de ayakta içip AVMde gezerken reklamlarda bize dayatılan hangi ürünü alsak diye düşünürüz. Sonra konuşmayı unuturuz dünyamız Fahrenheit 451 gibi olur. Önce kahve yanı sohbetlerimiz gider, sonra düşüncelerimiz, sonra ruhlarımız robotlaşır. Geriye robotlaşan insanlara satılmış, hazır Türk kahveleri kalır.

Biz de afiyetle içeriz.

 Yakın Gelecek...